III. AHMED (1673 - 1736)
Osmanlı hanedanından yirmi üçüncü padişahtır.IV. Mehmed'in oğludur. II. Mustafa'nın Edirne Vakası sonucu olarak tahttan indirilmesi üzerine, 23 Ağustos 1703 (10 Rebiyülevvel 1115)'de Edirne'de tahta geçmiştir.
III. Ahmed, ayaklanan Yeniçerilere 60 devlet adamını teslim etmek zorunda kalmıştır. Ayaklananlar Kavanoz Ahmed Paşa'yı sadrazamlığa, Çalık Mehmed Paşa'yı Yeniçeri Ağalığı'na, Mehmed Efendi'yi Şeyhülislamlığa getirmişlerse de III. Ahmed, İstanbul'a döndüğünde oldukça büyük bir şiddet göstererek, ayaklananların başa getirdikleri bu üç adamı öldürmek veya sürgün etmek suretiyle uzaklaştırmış, saray bostancılarından 700 kişiyi çıkartmış ve yerlerine devşirme usulüyle yenilerini aldırtarak kendi güvenliğini de sağlamıştır. Bütün bu tedbirlerle birlikte memleketin bozulan güvenliği yerine getirilememiştir.
Kavanoz Ahmed Paşa'dan sonra yedi sadrazam değiştirilmiş, fakat bütün umutlarla birlikte 1710'da sadrazamlığa getirilen Köprülü Numan Paşa da esaslı bir iş yapamamıştır.
Karlofça Antlaşması ile Avrupa'da önemli kayıplara uğrayan Osmanlı Devleti Rusya ile karşılaşmaya mecbur oldu.
Rus Çarı I. Petro, İsveç Kralı Demirbaş XII. Şarl'ı Poltava'da yenmiş ve XII. Şarl Osmanlı sınırında bulunan Bender'e sığınmak zorunda kalmıştı. Rusların takip bahanesiyle Osmanlı sınırına saldırması ve Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ortodoks reayanın Petro'yu Osmanlı ülkesine yürümeye kışkırtması, devlet adamlarını telaşlandırmışsa da Fransa'nın, o sırada yorgun bulunan Avrupa tarafından Osmanlıların bir saldırganlığa uğramayacağına Babıali'yi inandırması hükümetin cesaretini arttırmıştı. Bu durum üzerine Numan Paşa sadrazamlıktan alınmış, yerine ikinci defa Baltacı Mehmed Paşa getirilmiştir (Ağustos 1710). Bu arada Kırım Hanı Devlet Giray'in da İstanbul'a gelmesi üzerine sarayda yapılan bir toplantıda (Kasım 1711) Rusya'ya harp açılmasına karar verilmiş ve sadrazam Baltacı Mehmed Paşa başkomutanlığa atanmıştır.
Büyük bir ordu ile hemen harekete geçen Mehmed Paşa, Prut Nehri ile bataklıklar arasında bulunan Horsiesti siperlerinde Petro'nun komutasındaki Rus Ordusu'nu kuşatmıştır (Temmuz 1711). Petro yok olmak derecesine düşmüşken sonraları Rus hükümdarı olan karısı Katerina'nın yaptığı barış teklifi ile kurtulmuştur. Baltacı önce bu teklifi kabul etmemişse de Yeniçerilerin disiplinsiz hareketi yüzünden yapılan taarruzların başarısızlığını düşünerek Azak Kalesi'nin Türklere verilmesi, Osmanlı sınırlarında Ruslar tarafından yapılan istihkamların yıkılması, Rusya'nın Kırım Hanlığı ve Lehistan işlerine karışmaması ve İstanbul'da elçi bulundurmaması, İsveç Kralı'nın memleketine dönmesine engel olunmaması şartıyla geçici Prut Antlaşması'nı yapmıştır (21 Temmuz 1711). Bu geçici antlaşma, değişikliklerle 16 Nisan 1712'de, İstanbul'da yenilendi.
Bu savaş sırasında Ruslar, Eflak ve Boğdan beylerini kendi tarafına çekmiş olduklarından, bunlar hakkında da takiplerde bulunulmuş, bunlardan Osmanlı tarihinde ünlü olan Boğdan Beyi Demetrius Cantemir Rusya'ya kaçmak suretiyle cezadan kurtulmuş, Eflak Beyi ise bir zaman sonra öldürülmüştür. Bu tarihten sonra bu iki beyliğe Fenerli Rumlardan seçilen beyler gönderilmeye başlanmış ve bu usul 1821 Rum ayaklanmasına kadar sürmüştür. Baltacı Mehmed Paşa ile Katerina arasındaki münasebetin mübalağalı söylentisi sonucunda Baltacı Mehmed Paşa sadaretten azledilerek sürgüne gönderildi.
Sadarete Damad Ali Paşa getirildi. Yeni sadrazam, Karadağ'dan kaçıp Caltaro'ya kaçan Karadağlıları Venediklilerin koruması, korsanlarının Osmanlı ticaret gemilerine saldırması ve aynı zamanda Ortodoksların Katoliklerden kurtulmak için yaptıkları faaliyet yüzünden, Venedik'e savaş açmış, Dalmaçya kıyılarında ve adalarda başarılar elde edilmiş ve Mora geri alınmıştır.
Sadrazam, Korfu Adası'yla Venedik kıyılarına da hücuma hazırlanınca 1715'de İspanya Veraset Harbleri'ni Rastadt Antlaşması ile sona erdiren ve bu suretle serbest kalan Avusturya İmparatoru IV. Karl Karlofça Antlaşması'nın bozulduğunu ileri sürerek, Venedik'ten alınan yerlerin geri verilmesini istemiş ve bu yüzden Avusturya ile de savaş başlamıştır (1716).
Sadrazam Damad Ali Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Petervaradin'de düşmanla büyük bir meydan savaşına girişmiş, Ali Paşa bu savaşta şehit düşmüştür. Prens Eugen'in komutasındaki Avusturyalılar Temeşvar ve Banat'ı alarak Belgrad'a kadar ilerlemişlerdir.
Bu büyük yenilgiler üzerine, Nişancı Mehmed Paşa yerine sadrazam olan Nevşehirli İbrahim Paşa Avusturya ile 1718'de Pasarofça Antlaşması'nı imzalamak zorunda kalmıştır.
Nevşehirli İbrahim Paşa'nın sadrazamlığa gelmesiyle III. Ahmed zamanında yepyeni bir çığır açılmıştır. Nevşehirli İbrahim Paşa, Pasarofça Antlaşması'ndan sonra 12 yıl tam bir sulh siyaseti gütmüş, Osmanlı İmparatorluğu'nda bir durgunluk, aynı zamanda bir zevk ve eğlence devri açmıştır.
Ruslar bu sefer Kafkasya ve İran'a karşı harekete başlamışlar ve 1720'de İran'ın egemenliği altında bulunan Dağıstan'a saldırarak Derbend'i almışlardı. İran bu sırada kargaşalık içinde idi. Afganlılarla harp etmek zorunda kalan İran Şahı Tahmasb, Petro'ya kendisini İran Şahı tanıması ve Afganlılara karşı himaye etmesi şartıyla Dağıstan'dan başka, bütün Hazar Denizi dolaylarında bulunan bölgeleri bırakacağına söz vermişti. Sünni olan Afganlılar da Türklerin yardımını istemişlerdi.
Rusya'nın bu yeni yayılma planları İstanbul'da da heyecan uyandırmış, Rusya'ya harp açmak düşünülmüştü. Fakat Fransız elçisinin aracılığı üzerine Osmanlılarla Ruslar arasında İran'ın bölünmesi hususunda bir anlaşmaya varılmıştır (Haziran 1724).
Anlaşma gereğince, Ruslar Baku, Derbend ve Dağıstan'ın bir parçasını alacaklar; Osmanlılar da Kirmanşah, Hemedan, Revan ve Şiraz'ı elde edeceklerdi. İranlılara buna karşılık Afganlıların aleyhine yardım vaadinde bulunulmuşsa da, bunlar bu bölmeyi kabul etmemişler ve Türkler, anlaşma gereğince paylarına düşen yerleri silah kuvvetiyle almak zorunda kalmışlardır (1715).
Bu sırada Afganlılar da İran'da başarı göstererek Eşref’i tahta çıkartmışlar ve Osmanlılardan aldıkları yerlerin geri verilmesini istemişlerdir. Bu yüzden savaşa devam edilmiş ve Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Avdican'da İranlılar tarafından yenilmiştir (1726). Her ne kadar Eşref bir yıl sonra Osmanlılarla barış yaparak (1727), İran'dan alınmış olan yerleri bırakmak zorunda almışsa da, bu savaşları halk hoş karşılamamıştır. 1729'da Nadir Şah'm İran'ı hakimiyeti altına alması ve Eşref’in Hemedan Antlaşması ile Osmanlılara bıraktığı yerlerin geri verilmesini istemesi üzerine Osmanlı-İran ilişkileri yeniden bozulmuştur.
Osmanlı ordusunun savaşlarda yenilmesi, yönetimden hoşnut olmayanlara cesaret vermiş, Yeniçeriler de, bunlara katılmış, bilginlerden bazıları da bunları desteklediğinden, Patrona Halil adında biri başa geçerek büyük bir ayaklanma meydana getirmiştir. Ayaklananlara karşı başlangıçta gevşek davranan padişah, sonradan bunların isteklerine karşı gelmek istemişse de, söz geçirememiş, sevgili sadrazamını, Kaptan Paşa ve Kahya Bey'i feda etmek zorunda kalmıştır. Fakat ayaklananlar bununla da kalmayarak, Padişah'ın da çekilmesini istemişler, Sultan Ahmed de kendisinin ve çocuklarının hayatlarına kıymamaları şartıyla tahttan vazgeçmiştir (1730).
III. Ahmed, şair, münşi ve hattattı. Annesi için Üsküdar'da yaptırdığı cami ve Ayasofya karşısında tarihini kendi yazdığı çeşme (Aç besmeleyle iç suyu Han Ahmed'e eyle dua), zamanından kalan eserlerin önemlilerindendir.
"Lale Devri" (1718-1730) adıyla anılan İbrahim Paşa'nın sadrazamlığı zamanında cami, mescid ve türbe yerine ince bir zevkle Batı ve Doğu modellerine göre hazırlanmış köşkler, saraylar ve bahçeler yapılmıştır. III. Ahmed zamanı edebiyat ve sanatta olduğu kadar tarih ve bilim alanında da ilerlemiştir. Devrin bilginlerinden bir tercüme bürosu kurularak, İkdü'l-cuman (Aynî Tarihi), Ravza-tü's-safa ve Camiü'd-düvel (Sahaifü'l-ahbar) gibi önemli eserler Türkçe'ye çevrilmiştir. İstanbul'un birçok yerlerinde 5 kütüphane açıldığı gibi yazma eserlerin Avrupa'ya çıkarılması da yasak edilmiştir.
Fransa'ya elçi olarak gönderilen, Yirmisekiz Mehmed Çelebi'ye Fransa'nın bayındırlık ve eğitim kurullarıyla da yakından ilgilenmesi görevi verilmiştir. Sonraları bunun oğlu Said Mehmed Efendi, basımevinin faydasını görerek, İbrahim Müteferrika'ya, Türkiye'de ilk basımevinin kuruluşunda büyük yardımlarda bulunmuştur (1724).
III. Ahmed zamanında ordunun ıslahına çalışılmış, aynı zamanda bayındırlık işlerine önem verilmiştir. Bunlar arasında Kütahya ve İzmit'teki çini fabrikalarının canlandırılması ve İstanbul'da diğer bir çini fabrikasının açılması, tersanenin düzenlenmesiyle birlikte üç ambarlı gemilerin de yapılmasına başlanması, İstanbul yangınlarına karşı tulumbacı ocağının kurulması vb. vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder