16 Temmuz 2013 Salı

TÜRK DESTANLARI

TÜRK DESTANLARI
İlk Türk Destanları
1.Altay - Yakut
Yaradılış Destanı
2.Sakalar Dönemi
a.Alp Er Tunga Destanı
b.Şu Destanı
3.Hun Dönemi
Oğuz Kağan Destanı
4.Köktürk Dönemi
a.Bozkurt Destanı
b.Ergenekon Destanı
5.Uygur Dönemi
a.Türeyiş Destanı
b.Göç Destanı

İslamiyet’in Kabulünden Sonraki Türk Destanları
1.Karahanlı Dönemi
Satuk Buğra Han Destanı
2.Kazak-Kırgız Kültür Dairesi
Manas
3.Türk-Moğol Kültür Dairesi
Cengiz-name
4.Tatar-Kırım
Timur ve Edige Destanları
5.Selçuklu-Beylikler ve Osmanlı Dönemleri
a.Seyid Battal Gazi Destanı
b.Danişmend Gazi Destanı
c.Köroğlu Destanı

15 Temmuz 2013 Pazartesi

ZİYA GÖKALP




ZİYA GÖKALP ( 1875-1924 )

Fikirle hayat arasında dinamik bir köprü kurarak Osmanlı ülkesinin kurtarılması çarelerini arayan fikir adamı... Gerçek bir idealist... İttihat ve Terakki Fırkası’nın ideologu ve toplum düzenleyicisi...

1875'de Diyarbakır'da doğdu. Babası, edebiyatı seven, mahallî gazetelere başyazı yazan Mehmet Tevfik Efendi'dir. Gökalp'in asıl adı, Mehmet Ziya'dır. Yıllar sonra, Selanik'te "Genç Kalemler" dergisini yayınladığı sırada, arkadaşı Ali Canip Yöntem'in —bir yazısına— "Gökalp" takma adını kullanması, bundan sonra adını Ziya Gökalp yapmıştır.

İlk derslerini babasından aldı. Babası gibi Gökalp de, Namık Kemal hayranı olarak yetişmiştir. Diyarbakır Askerî Rüştiyesi’ni bitirdikten sonra, Mülkiye İdadisi'nde okumasını sürdürdü. Kendi kendisine Fransızca öğrendi. Amcasından, Arapça ve Farsça dersler aldı. Tasavvuf felsefesini, İslâm tarihini öğrendi. 24 yaşlarında iken bir bunalım geçirdi ve tabancayı alnına dayayarak intihar etmeyi denedi. Ölmedi. Fakat ondan sonraki hayatı sürekli çalışmalar içinde geçmiştir.

MEŞRUTİYET YANLISI İDİ
Yüksek öğrenimini yapmak için İstanbul'a geldiği yıllar, Albülhamid'in saltanatı günlerine rastlıyordu. Yüksek okullarda Abdülhamit düşmanlığı moda idi. Ayrıca, Gökalp, Namık Kemal hayranı olduğu için, meşrutiyet yanlısı idi. O yıllarda kurulan İttihat ve Terakki gizli cemiyetine girdi. Bütün heyecanı ile ittihatçılığa sarıldı. Diyarbakır'daki bir arkadaşına yazdığı mektup, polisin eline geçince, okuldan çıkarıldı. Dokuz ay hapis yattıktan sonra tekrar Diyarbakır'a döndü (1898).

1908 Devrimi olunca, Diyarbakır'da "Dicle" adlı bir gazete çıkarmaya başladı. Gençleri etrafına toplayarak onları yetiştirmeye çalıştı. Bu sırada, İttihat ve Terakki Fıkrası'nın merkezi olan Selanik'te Gökalp'i genel merkez üyeliğine aldılar, ve sanat-fikir çalışmalarını kendisine bağladılar.

«TÜRKÇELEŞMİŞ TÜRKÇE» KURALINI GETİRDİ
Ziya Gökalp, başta Ali Canip Yöntem ve Ömer Seyfettin olmak üzere genç hikâyeci ve şairleri etrafına toplayarak "Genç Kalemler" adiyle bir dergi kurdu ve ilk sayısını 11.Nisan 1911'de yayınladı. Bu dergi, Türk edebiyatında ve Türk dili tarihinde önemli görevler yapmıştır. O zamana kadar kullanılan terkipli Osmanlıca dili bırakılmış, günlük konuşma diline dönülmüştü. Yâni, Şinasi'nin başlattığı sadelik hareketi, bu kadro tarafından yeniden ele alınıyordu ve akım haline getiriliyordu.

Genç Kalemler'in sade dili, edebiyat çevrelerinde, önceleri yadırgandı. Fakat gençlik, dergiyi beğenmiş ve dili benimsemişti. Edebiyat dünyası, Osmanlıca yazanlarla Türkçe yazanlar diye ikiye bölündü. Gökalp, dil konusunda ileri gitmiyor, "Türkçelesmiş Türkçe" kuralını getiriyordu. Halkın diline geçmiş yabancı kelimeler de yazı dilinde kullanılacaklar, fakat söylendikleri gibi yazılacaklardı.

Ziya Gökalp, Genç Kalemler'de, şiir, hikâye ve romanda sade bir dil kullanılması davasının yanı başında, "Türklük" davasını da yürütüyordu. Yayınladığı bir şiirde:

"Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan.

Vatan, büyük ve mûebbed bir ülkedir: Turan:"


diyordu. Turan, belli bir ülke değildi, bir idealdi. Nesillerin ruhlarını tutuşturan, gayretlerini pekiştiren, umut, sevinç, yaşamak coşkusu veren bir idealdi. Böylece sanat ve edebiyatta da yeni bir parlama oldu.

Ziya Gökalp, edebiyat ve tarih kültürünün yanı başında, kuvvetli bir felsefe ve sosyoloji kültürü ile beslenmişti. Okuduklarını, birçoklarının yaptığı gibi sadece öğrenmiş olmak için okumuyor, öğrendiklerini hayata ve memleketin ilerlemesi yolunda yapılacak devrimlere uygulamak için okuyordu. O yıllarda üç akım vardı: Türkleşmek, İslâmlaşmak, çağdaşlaşmak...

İslamcılar, bütün Müslüman ülkelerin bir araya getirilmesi ile hem Müslümanların, hem Osmanlı İmparatorluğu’nun kurtulacağına inanıyorlar, bu yolda çalışıyorlardı. Çağdaşlaşmak yanlıları ise, Batıyı olduğu gibi kopye ederek Osmanlı ülkesinin uygar bir ülke olarak hayatını sürdüreceği düşüncesindeydi. Ziya Gökalp'in önderlik ettiği çağdaş Türkçülük, hem Türk unsuruna dayanıyor, hem Batı uygarlığını, İslâm ahlâkı ve Türk töreleri üstünde geliştirmeyi amaçlıyordu.

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN ESASLARINI HAZIRLADI
İttihat ve Terakki'nin merkezi Selanik'ten İstanbul'a taşınınca, Gökalp de İstanbul'a geldi. Bir yandan, İstanbul Darülfünunu'nda(Üniversite) hocalık ediyor, bir yandan, başına topladığı sanatçı ve fikir adamlariyle çağdaş Türk toplumunu yaratmanın yollarını arıyordu. Oysa, siyasî kanaatlerini paylaştığı İttihatçılar, eskiden beri devam eden Osmanlı politikasını sürdürmekte idiler. Gökalp, bu fikir çatışmasına hiç önem vermeden Türk milliyetçiliğinin esaslarını hazırladı. İstanbul'da çıkardığı "Türk Yurdu" dergisinde, "Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak" adı altında bu üç cereyanı bilimsel açıdan inceledi. Fikirlerini, modern sosyolojiye dayatıyor, Türk toplum yapısını araştırıyor ve ayakta kalmanın tek çaresi olarak milliyetçiliği görüyordu.

Bu çalışmalarına "Türk Ocakları"nda da devam etti. Fakat Birinci Dünya Savaşı'nın patlaması, yenilgi ve İttihat ve Terakki Fırkası'nın dağılması üzerine, İngilizler İstanbul'u işgal edince, Gökalp'i, Malta'ya sürdüler. Gökalp, Malta dönüşü Diyarbakır'da çıkardığı "Küçük Mecmua"da fikirlerini yaymaya devam etti. 2. dönem B.M. Meclisi'ne Diyarbakır Milletvekili olarak katılmış ve 25 Ekim 1924'de ölmüştür. Yeri, günümüze kadar doldurulamayan bir fikir adamımız idi.


PADİŞAHLARIN DOĞUM YERLERİ

Padişahların Doğum Yerleri

Sultan
Doğum Yeri
I. Osman
Söğüt (?)
Orhan 
?
I. Murat
Bursa (?)
I. Bayezit
Edirne (?)
I. Mehmet
Edirne (?)
II. Murat
Amasya
II. Mehmet    
Edirne
II. Bayezit 
Dimetoka
I. Selim
Amasya
I. Süleyman
Trabzon
II. Selim
İstanbul
III. Murat 
Manisa
III. Mehmet 
Manisa
I. Ahmet
Manisa
I. Mustafa
Manisa
II. Osman
İstanbul
IV. Murat
İstanbul
I.İbrahim
İstanbul
IV. Mehmet
İstanbul
II. Süleyman 
İstanbul
II. Ahmet
İstanbul
II. Mustafa
Edirne
III. Ahmet
Hacıoğlu Pazarı
I. Mahmut 
İstanbul
III. Osman
İstanbul
III. Mustafa
İstanbul
I. Abdülhamit
İstanbul
III. Selim
İstanbul
IV. Mustafa 
İstanbul
II. Mahmut
İstanbul
I. Abdülmecit 
İstanbul
Abdülaziz
İstanbul
V. Murat 
İstanbul
V. Mehmet
İstanbul
VI. Mehmet
İstanbul

1716 OSMANLI - AVUSTURYA SAVAŞI

1716 OSMANLI –AVUSTURYA SAVAŞI
Sebep: Osmanlı Devleti Venedik’e ait Mora’yı alınca, Karlofça Antlaşması’nın garantör devleti olan Avusturya Osmanlılara Mora’dan çekilmesi için ültimatom verdi. Osmanlı Devleti de Avusturya’ya savaş ilan etti.
Sonuç: Savaş Pasarofça Antlaşması ile son buldu.

14 Temmuz 2013 Pazar

ABDÜLMECİD EFENDİ



ABDÜLMECİD EFENDİ  (1868 - 1944)

Osmanlı saltanatının son veliahdı ve son halifesidir.

Sultan Abdülaziz ile Hayranıdil Kadın'ın oğludur.

Muntazam bir eğitimi olmamakla beraber aydın ve ressamlığa hevesli olarak tanınmıştır. 1918'de Vahdeddin'in VI. Mehmed unvanıyle tahta çıkması üzerine veliaht olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce 1 Kasım 1922 'de saltanatın kaldırılması üzerine veliahtlık sıfatını kaybetmiş oldu. Ancak 18 Kasım 1922'de halifeliğe seçildi. Cumhuriyet'in ilanından dört ay sonra, 3 Mart 1924'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hilafetin kaldırılmasına ve Osmanlı hanedanının Türkiye hudutları dışına çıkarılmasına karar vermiş ve bu karar ile Abdülmecid Efendi de yurt dışına çıkarılmıştır.

1944'te Paris'te ölen Abdülmecid Efendi'nin ailesi naşını Türkiye'ye göndermek için yaptıkları müracaatlar sonuçsuz kalınca, 30 Mart 1954'te Medine, Harem-i Şerif’te gömülmüştür.

VI. MEHMED ( Vahidettin )



VI. MEHMED (VAHİDETTİN) (1861 - 1926)

Osmanlı hanedanından otuz altıncı padişah.

Babası Sultan Abdülmecid'dir. 3 Temmuz 1918'de tahta çıktı. Tahta çıktığında I. Dünya Savaşı sona ermişti ve Mondros Mütarekesi'nin görüşmeleri yapılıyordu. VI. Mehmed Mondros'a gidecek heyetin başına, eniştesi Damad Ferid Paşa'yı getirmek istemişse de bu başta sadrazam olmak üzere kabine üyelerince büyük tepkiyle karşılanmış ve heyet başkanlığına Bahriye nazırı Rauf Bey (Orbay) getirilmiştir. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra İtilaf devletleri tarafından ülkesinin çeşitli yerlerini işgal harekatına seyirci kalındı. Ayrıca hükumetteki İttihatçı bakanların görevlerine son verildi.

İtilaf devletlerinin isteklerine uyularak Meclis-i Mebusan dağıtıldı. VI. Mehmed, İtilaf devletlerinin her isteklerini yerine getiriyordu. Onun döneminde birçok sadrazam azl ve tayin edildi. Sonuçta İtilaf devletlerinin istekleriyle Damad Ferid Paşa sadrazam tayin edildi (4 Mart 1919). İtilaf devletleri Mondros Mütarekesi'nin 7. maddesine dayanarak ülkenin çeşitli yerlerini aralarında paylaştılar.

VI. Mehmed, bunun üzerine Damad Ferid Paşa'yı istifaya zorladı ve yine Damad Ferid Paşa'yı hükumeti, daha yumuşak siyaset takip edebilecek kişilerden kurması şartıyla sadarete getirdi.

Mustafa Kemal Paşa, 16 Mayıs 1919'da 9. Ordu müfettişliğine tayin ile Anadolu'ya gönderildi. 19 Mayısta Samsun'a çıktıktan sonra Mustafa Kemal Paşa General Milne'nin VI. Mehmed'i uyarması üzerine geri çağrıldı. Ancak Mustafa Kemal Paşa bu emri dinlememiştir. Daha sonra da Mustafa Kemal Paşa'nın tutuklanması için emir verildi. Bu da gerçekleştirilmedi. Bunun üzerine VI. Mehmed, sadarete Ali Rıza Paşa'yı getirdi. Ali Rıza Paşa hükumeti ile Ankara hükumeti arasında Amasya'da görüşmeler yapıldı ve çeşitli anlaşmalar imzalandı.

VI. Mehmed sadrazamın isteği ile Meclis-i Mebusan'ı tekrar açtı (12 Ocak 1920). Ancak kısa bir süre sonra İtilâf devletleri İstanbul'u işgal ettiler. Meclis-i Mebusan kapandı; mülki ve askeri birçok görevli Malta'ya sürüldüler. VI. Mehmed Damad Ferid Paşa'yı tekrar sadrazam tayin etti. Bu dönemde Ankara'da T.B.M.M. kuruldu. VI. Mehmed şeyhülislamdan Ankara hükumetinin meşru olmadığı yolunda aldığı fetvayı Anadolu'da dağıtarak, iç ayaklanmaların çıkmasını sağladı.

İstanbul hükumeti, 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması'nı imzalayarak devleti tamamen yıkılmaya mahkum etti. Bu sırada Anadolu'da Milli Mücadele bütün hızıyla devam ediyordu. 30 Ağustos 1922'de noktalanan Türk taarruzları sonunda İtilaf devletleriyle Ankara hükumeti arasında Mudanya Mütarekesi'nin imzası ile VI. Mehmed'in durumu oldukça güçleşti.

T.B.M.M. 1 Kasım 1922'de saltanat ve hilafetin ayrıldığı ve saltanatın kaldırıldığını ilan etti. 4 Kasım 1922'de Tevfik Paşa hükumeti VI. Mehmed'e istifasını verdi. VI. Mehmed yeni bir sadrazam seçmeyerek T.B.M.M.'nin kararına uydu. Bunu yaparken de halife olarak kalabileceğini ümit ediyordu. Ancak 17 Kasım 1922'de general Harrington'dan bir yazı ile İstanbul'dan ayrılması için gerekli yardımın yapılmasını rica etti. Bu durum olumlu karşılandı ve aynı gün İngiliz Malaya zırhlısına binerek İstanbul'dan ayrıldı.

18 Kasımda VI. Mehmed'in yerine Abdülmecid Efendi halife ilan edildi. VI. Mehmed önce Malta'ya gitti. Burada İngiliz ve Arapların yardımıyla halifeliğini sürdürebileceğini düşündü ise de bu gerçekleşmemiştir. Sonra Şerif Hüseyin'in daveti üzerine Mekke'ye geldi. Mekke'den San Remo'ya gitti ve oraya yerleşti.

16 Mayıs 1926'da San Remo şehrinde öldü.


V. MEHMED ( Reşad )




V. MEHMED (REŞAD) (1844 - 1918)

Osmanlı Hanedanı'ndan otuz beşinci padişah.

Babası Sultan Abdülmecid, annesi Gülcemal Kadın'dır. Saray'da Arapça, Farsça öğrenmiş, kuvvetli bir dini terbiye almıştır. Babası ve amcası Sultan Abdülaziz zamanında çok rahat bir hayat sürmüştü. II. Abdülhamid'in tahta çıkmasıyla veliaht durumuna gelince gözaltında yaşamak zorunda kalmıştır.

V. Mehmed, Sultan II. Abdülhamid'in hal'i üzerine 27 Nisan 1909'da tahta çıktı.

Saltanatın ilk yıllarında, Meşrutiyet'in sıkıntılı döneminde devleti yıkılmaktan kurtarmaya çalıştı. Bu dönemde 10 hükumet kuruldu. Her hükumet bir buhran ile başa gelmiş, yeni bir buhran ile yıkılmıştır. Devletin her tarafında çeşitli ayaklanmalar çıktı (Yemen, Arnavutluk, Adana, Suriye). Arnavutluk ayaklanması Mazhar Paşa ve Mahmud Şevket Paşa'nın gayretleriyle bastırıldı ve V. Mehmed, Rumeli gezisine çıktı. Selanik, Manastır, Üsküp ve Priştine'yi dolaştı.

Yemen ayaklanmasını bastırmak için Osmanlı Devleti, Trablusgarp'taki askerlerini geri çekmişti. Bunun üzerine İtalyanlar Trablusgarb'a asker çı kardılar. İtalyan donanması Doğu-Akdeniz ve Kızıldeniz'de tam bir serbestiyet kazandıktan sonra Rodos'tan itibaren Ege Denizi'ndeki 12 adayı işgal etmiş, Çanakkale Boğazı'nı kapatmıştı. İtalyanların bu başarısı üzerine Arnavutlar ikinci defa ayaklandılar. Balkan devletleri Makedonya'da muhtar bir Arnavutluk'a taraftar değillerdi. 13 Mart 1912'de Bulgaristan- Sırbistan, 29 Mayısta Bulgaristan-Yunanistan Makedonya'nın muhtariyeti için gerekirse Osmanlı Devleti ile savaşacaklarına ve savaş kazanılırsa bölgeyi paylaşacaklarına karar verdiler.

Bu durumu sezen I.Ordu feriki Abdullah Paşa ile Sultan Reşad'ın özel doktoru Cemil Paşa (Topuzlu) padişahı ikaz ettilerse de Sultan Reşad savaşı engelleyemedi. 23 Ocak 1913'te İttihad ve Terakki Partisi'nin Babıali Baskını sonucu Sultan Reşad'ın devletin yönetimi ve politikası üzerinde, hiçbir etkinliği kalmadı.

Sultan Reşad I. Dünya Savaşı'nın çıkması üzerine bütün Müslümanları Osmanlı ve Müttefikleri Almanya, Avusturya- Macaristan ve Bulgaristan'ın düşmanlarına karşı cihada davet etti. Bu davet ile Fransa, İngiltere ve Rusya'nın idaresi altındaki Müslümanların ayaklanacağı düşünülmüştür. Ancak cihad ilanı bir sonuç vermedi. Aksine Fransa ve İngiltere, Müslüman birlikleri cephelere sürdüler. 1916'da Hicaz Şerifi Hüseyin başkaldırarak Arabistan Krallığı'nı ilan etti. Bu gelişmeyle İngiltere 1917'den itibaren Savaşı Irak, Filistin ve Suriye cephelerine yöneltti. Sultan Reşad döneminde Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı'nı kaybetmiştir.

Sultan Reşad kısa bir hastalıktan sonra 3 Temmuz 1918'de öldü. Cenazesi Eyüp'te Bostan İskelesi'nde yaptırmış olduğu türbesine gömüldü.

Sultan Reşad, yumuşak huylu ve merhametli idi. Kan dökülmesini sevmezdi. Bu sebeple 19 kardeşini sebepsiz olarak öldüren III. Mehmed'in türbesini ziyaret etmezdi.

Sultan Reşad 64 yaşında padişah oldu ve saltanatı 9 yıl 2 ay sürdü.

II. ABDÜLHAMİD



II. ABDÜLHAMİD (1842 - 1918)

Osmanlı hanedanından otuz dördüncü padişahtır.

Sultan Abdülmecid ile Tirimüjgan Kadın'ın oğludur. 21 Eylül 1842 (16 Şaban 1258)'de doğdu.

Annesinin ölümü üzerine Sultan Abdülmecid'in çocuksuz kadınlarından Piristu Hanım tarafından büyütülmüştür. İyi bir eğitim görmemesine rağmen kuvvetli şahsiyeti ve zekası, şehzadeliğinden beri etrafındakilerin dikkatini çekmiştir. Amcası Sultan Abdülaziz ile birlikte Avrupa seyahatinde bulundu. Kabiliyeti sayesinde zamanın siyasi, sosyal ve iktisadi akımlarını az çok kavramak imkanını elde etti. Sultan Abdülaziz'in 1876 Mayıs'ında tahttan indirilmesi üzerine veliaht Murad Efendi, Meşrutiyet'e taraftar tanınmasından dolayı emniyetle tahta geçirilmiş ve Abdülhamid veliaht olmuştu.

V. Murad padişah olduktan sonra hastalığı ortaya çıkınca devlet adamları, Abdülhamid'e pek güvenemediklerinden birdenbire yeni padişahı değiştirmeye karar verememişlerdir. Fakat Abdülhamid ile görüşmek için görevlendirilen Midhat Paşa veliahtı meşrutiyete taraftar görmüş ve teminatı üzerine V. Murad hal' edilerek 31 Ağustos 1876'da II. Abdülhamid tahta çıkarılmıştır.

II.Abdülhamid'in tahtaçıktığı sıralarda devletin iç ve dış vaziyeti pek karışık ve tehlikeliydi. Bosna-Hersek ve Bulgaristan'da ayaklanmalar oluyor ve Sırbistan ve Karadağ savaşları sürüyordu. Osmanlı ordusu Sırbistan'da önemli başarılar kazanmasına rağmen Sırplarla hemen anlaşma yapılması hususunda Ruslar ısrar ediyorlardı. Bu arada Şark meselesinin yeniden incelenmesi için İstanbul'da bir konferans toplanması yolundaki İngiliz teklifi kabul olundu. II. Abdülhamid, büyük devletlerin baskısını azaltmak maksadıyla İstanbul Konferansı devam ederken Kanun-ı Esasi'yi ilan etti (23 Aralık 1876).

II. Abdülhamid Kanun-ı Esasi'nin ilanı konusunda müteredditli tahta çıktığından üç buçuk ay sonra meşrutiyetçilerin başında görülen Midhat Paşa'yı sadrazam yaptı. Midhat Paşa, devletlerin teklifini devletin bağımsızlığı esasile telif edemiyor ve onlara karşı mukavemet ediyordu. Bu durumda İstanbul Konferansı'na iştirak eden yabancı devlet murahhaslarının hazırladıkları teklifler, yüksek hükümet adamlarından toplanan fevkalade bir mecliste kabul edilmeyince konferans dağıldı.

Abdülhamid, Midhat Paşa'nın takib ettiği meşrutiyet ve hürriyet politikasını, tahtı için tehlikeli gördüğünden onu azletti ve memleket dışına çıkardı. Meşrutiyetin mümessili sayılan bir zata karşı yaptığı şiddetli harekete rağmen II. Abdülhamid, Kanun-ı Esasi'yi birdenbire ortadan kaldırmaktan çekinmiş, seçimi yaptırarak Meb'usan Meclisi'ni açtırmıştır (20 Mart 1877).

Rusya'nın savaş ilanını önlemek için İngiltere'nin davetiyle Londra'da toplanan konferansın kararları ve Rus teklifleri Meb'usan Meclisi tarafından reddedilince Ruslar savaş ilan ettiler. Romanyalılarla Bulgarların ve Sırplıların da karıştıkları bu harpte, Osmanlı ordusu gerek Balkanlar'da ve gerek Anadolu'nun batısında yer yer başarılar ve parlak kahramanlıklar göstermekle beraber, mali sıkıntı, cephe gerisindeki yolların yetersizliği, iaşe ve levazım işlerinin bozukluğu, yetişmiş subay noksanı, komutanların anlaşamaması ve hele askeri hareketlerin saraydan idaresine kalkışılması gibi sebeplerle bozgun başgöstermiş ve Rus ordusu Tuna'yı geçip perişan muhacir kafilelerini önüne katarak İstanbul önlerine kadar gelmiştir. II. Abdülhamid, bu durum karşısında bir taraftan Rus çarına müracaatla sulh isterken, öte taraftan da şimdiye kadar pek uysal davranma-yarak memleket işlerindeki hassasiyetiyle saltanatın rahatını kaçırmış olan Meb'usan Meclisi'ni bir daha açılmamak üzere kapatmıştır (13 Şubat 1878).

II. Abdülhamid, bu hareketiyle, kendisince hem felaketlerin mesuliyetini meclise ve meşrutiyete yükletmiş, hem de keyfi idareye dönmek için bir sebep bulmuş oluyordu. Bundan sonra II. Abdülhamid, ülkenin dış ve iç siyasetinde tek söz sahibi olmuştur. 19 Mayıs 1878'de Ali Suavi Sultan Murad'ı kapatılmış olduğu Çırağan Sarayı'ndan zorla çıkarıp yeniden tahta oturttmak için teşebbüste bulunmuştur. İyileşmiş olduğu hakkında tam bir delil bulunmayan bir akıl hastasını tekrar padişah yapmak uğrunda, hele düşman ordusunun payitaht kapısında bulunduğu sırada pek akıllıca olmayan bu cüretli teşebbüs, Suavi ile birlikte seksen kişinin ölümüne sebep olmuş; II. Abdülhamid'in vehim ve istibdadını arttıran hadiselerden birini teşkil etmiştir.

Rusların ileri sürdükleri şartlarla yapılan mütarekeden sonra İngiliz donanmasının Marmara'ya girmesine rağmen Rus karargahı Ayastefanos'a (Yeşilköy) gelmiş ve burada (3 Mart 1878)'de antlaşma yapılmıştır. Bu antlaşmaya İngiltere'nin itirazı, Avusturya'nın katılması ve Almanya'nın da aracılığı ile Berlin'de Alman Başvekili Bismarck'ın reisliğinde Osmanlı ve Rus murahhaslarından başka İngiltere, Fransa, Avusturya, Macaristan ve İtalya murahhaslarının iştirakiyle bir kongre toplanarak Ayastefanos Antlaşması'nı değiştiren Berlin Antlaşması imzalanmıştır (12 Temmuz 1878).

Bu arada Avusturya, Bosna-Hersek'i geçici kaydıyle işgal etmek hakkını, Yunanistan da Tesalya'nın büyük bir kısmını hatta İran bile hudutta bir takım araziyi elde etmek imkanını sağlıyordu. İngiltere ise Berlin Kongresi başlamadan birkaç gün önce Osmanlı hükümetine Kıbrıs Adası'nın işgali şartıyla tedafüi (savunmaya dayalı) bir ittifak muahedesi imza ettirmeye muvaffak olmuş ve bu ittifak muahedesine sonradan katılan bir zeyille Rusya, Batum, Kars ve Ardahan'ı geri verirse kendi de Kıbrıs'ı bırakmayı taahhüd etmiştir.

Berlin Antlaşması’ndan sonra II. Abdülhamid yabancı devletlere karşı fazla ihtiyatlı ve uysal bir siyaset gütmeye, memleket içindeyse hakimiyet ve istibdadını arttıracak tedbirlere başvurmuştur.

II. Abdülhamid, Sultan Abdülaziz'in intihar etmeyip öldürülmüş olduğunu ileri sürerek Yıldız'da özel bir mahkeme kurdurmuştur. Padişahın daveti üzerine memlekete dönerek Suriye, sonra da Aydın valiliklerine tayin edilmiş olan Midhat Paşa ile Damad Mahmud ve Nuri paşalar cinayeti tertip etmekle itham edilerek bu mahkemede ölüme mahkum edilmişlerdir. Önce cezaların uygulanmasından çeki-nilerek Midhat ve Mahmud paşalar müebbet hapis ile Taif’e sürülmüş ve hapsedilmişler, 1883'te boğdurulmuşlardır.

Rus savaşından parçalanmış bir halde çıkan Osmanlı Devleti, daha sonra topraklarından başka parçaları da, karşı koyamadığı emrivakilerle elden çıkarmıştır. Fransızlar Tunus'u (1881), İngilizler de Mısır'ı (1882) işgal ettiler. Bulgaristan da 1885'te Şarki Rumeli ile birleşti ve bu mesele için İstanbul'da başlıca Avrupa devletlerinin temsilcileri ile toplanan konferans bu emrivaki aşağı yukarı kabul etti. Ancak, II. Abdülhamid, Girit'te çıkan ayaklanmaya yardımlarından dolayı Yunanistan'a savaş açmış, savaş kazanıldığı halde, Avrupa devletlerinin müdahalesi ve işgali ile Girit'in bağımsızlığını Osmanlı Devleti'ne kabul ettirmişlerdir.

II. Abdülhamid önceleri basın ve eğitime karşı fazla baskı kullanmamıştır. Ancak, siyasi alandaki başarısızlıklarını sürdürmesi, hürriyetçi akımın gittikçe yayılması, baskı tedbirlerini arttırmıştı. Buna ek olarak Namık Kemal, Ziya Paşa gibi yurtsever ediplerin ve padişahın zulmüne uğramış yazarların yazıları özellikle yüksek okullarda gençleri harekete geçirmiştir. Sultan Abdülaziz döneminde başlamış olan Yeni Osmanlılar hareketinin devamı olarak Askeri Tıbbiye öğrencilerinden bazıları arasında İttihat ve Terakki adı ile bir cemiyet kurulmasını sonuçlandırmıştır (Mayıs 1889). Bu türlü gizli cemiyetlerin meydana çıkması II. Abdülhamid'in dikkatini yüksek okullara ve basına çekmiş ve bunların üzerinde gittikçe artan bir baskı kurulmasına sebep olmuştur. Daha sonraları bir kısım uyanık gençlerin ya samimi olarak, yahut saraydan bir şey koparmak ümidiyle Avrupa'ya kaçmaları ve oralarda padişah aleyhine gazete ve dergiler çıkarmaları, denetim, sansür ve hafiye teşkilatının arttırılmasına vesile olmuştur. Ayrılık gayeleri güden bir kısım azınlıkların faaliyetleri de, bu sıralarda artmaya başlamıştır.

Makedonya'da Bulgar komitesi kurulmuş ve değişik adlarla bir takım Ermeni komiteleri de meydana gelmiştir. Ermeni ihtilalcilerinin özellikle Doğu Anadolu'daki faaliyetlerini karşılamak üzere II. Abdülhamid de o bölgedeki aşiretler arasında Hamidiye alayları teşkilatını meydana getirmiş ve sonraları bu alayların subaylarını yetiştirmek üzere İstanbul'da Aşiret Mektebi'ni kurmuştur. Ermeni komitecilerinin 1894-1895'te Doğu vilayetlerinde ve 1896'da Osmanlı Bankası'nı basmak suretiyle İstanbul'da çıkardıkları olaylar II. Abdülhamid devrinin önemli meselelerini teşkil ettiği gibi Makedonya'daki Bulgar çeteleriyle çarpışmalar ve Yemen'deki ayaklanmaları bastırmak gayretleri de her zaman birbirini takib etmiş ve Osmanlı ordularının daima harb halinde bulunmalarına sebep olmuştur. Girit Adası'ndaki ayaklanmalar 1896'da şiddetlenmiş ve büyük devletlerin baskısı altında II. Abdülhamid'in verdiği ıslahat iradesi ile adanın idaresi Osmanlı Hükümeti elinden hemen büsbütün çıkmıştır. Ancak adayı bir an evvel ilhak etmek hırsında bulunan Yunanistan Girit'e asker çıkarmakla kalmayarak, Tesalya'dan da Osmanlı hududunu geçince 1897 Nisan'ında Osmanlı-Yunan savaşı başlamıştır. Edhem Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Yunanlıları üç hafta içinde tamamiyle ezmiştir. Fakat ordunun kazandığı zaferden, Avrupa devletlerinin haksız müdahaleleriyle gerekli yarar sağlanamamıştır. Bu durumdan küçük sınır düzeltmelerinden başka dört milyon lira savaş tazminatı ile kurtulunmuştur. Uğrunda yeniden kan dökülen Girit, büyük devletler tarafından işgal edilerek muhtar bir hale getirilmiştir. Yunanistan karşısında kazanılan bu zafer, imparatorluktaki çöküntü hızını biraz yavaşlatmaktan başka bir şeye yaramamıştır. Makedonya'da muhtelif unsurların çarpışmalarından meydana gelen zaruretle 1902'de Selanik, Manastır ve Kosova vilayetlerinde Rumeli Vilayet-i Selalesi Umumi Müfettişliği adı altında özel bir idare kurulmuş ve bu idarede büyük devletlerin kontrolleriyle ecnebi jandarmasının bulunması da kabul edilmiştir.

II. Abdülhamid, gerek memleket içindeki nüfuzunu kuvvetlendirmek, gerek dış siyasette bir tutanak olarak kullanmak için halife unvanına önem vermiştir. Bu sebeple Hicaz demiryolunu toplattığı ianelerle yaptırmaya büyük gayretler harcamış, bütün güçlüklere rağmen bu işte hayli muvaffak olmuştur.

II. Abdülhamid dış siyasetinde devletlerin birbirlerine rakip olma durumlarından faydalanarak saltanatının bekası için, denge bulmaya uğraştığı gibi iç siyasetinde de muhtelif unsurların ve müesseselerin birlik halinde bulunmamalarına daima dikkat etmiştir. Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesinde, vükela ile bir kısım ulemanın ve İstanbul'daki kara ve deniz kuvvetlerinin birleşmiş olduklarını düşünen II. Abdülhamid, nazırlarını, çok defa birbirleriyle pek anlaşamayacak adamlardan seçmiş ve Yıldız'daki sarayını muhafaza eden kuvvetleri hemen daima Türk’ün gayrı ve biribirleriyle geçinemez unsurlardan teşkil etmiştir.

II. Abdülhamid devri, bütün dünyanın ilerlemesine karşılık ilim, teknik ve imar yönünden büyük bir durgunluk devresidir. Ancak ülkede imarın ve eğitimin yayılmasını sağlayacak bazı tedbirler alınmıştır. Bu arada zayıf devlet bütçesinin elverdiği ölçüde ve bazı valilerin şahsi gayretleri oranında bir kısım yollar, köprüler, okul binaları yapılmıştır. Yabancı sermayesi ile Rumeli ve Anadolu'da, bir kısmı kilometre teminatı ile bir kısmı da teminatsız olarak demiryolları meydana getirilmiştir.

Saltanat merkezinde padişahın nüfuzunu arttıracak aydın memurlar yetiştirmek üzere Mülkiye Mektebi, Hukuk Mektebi ve Darülfünun (üniversite) yeniden açılmıştır. Rüştiye ve İdadi teşkilatı da sıbyan okullarının üstünde orta öğretimin kuvvetlenmesine yardım etmiştir. Bunlardan başka Avrupa kanunlarından alınan birtakım kanunlar da yayınlanmış ve uygulanmıştır.

II. Abdülhamid dış siyasette komşuların saldırmaları ihtimaline karşı önce İngiltere ve Fransa'nın yardımlarını gözetmiştir. Fakat bu devletlerin de imparatorluktan toprak ve imtiyaz kopartmaktan başka bir şey düşünmedikleri apaçıktı. Bu durumdan endişelenen padişah, Avrupa'da gittikçe ehemmiyet ve nüfuzu artan Almanya'ya meyil göstermiştir. Buna karşılık Almanya da iktisadi gelişme dolayısı ile kendine yeni iş bölgeleri aradığından Abdülhamid'e karşı bir dostluk çehresi göstermeyi uygun bulmuştur. İmparator II. Wilhelm'in 1898'de İstanbul'a, Suriye ve Filistin'e yaptığı seyahat de bu hesaplara dayanır. Sonuçta Almanya bazı imtiyazlar ve özellikle o zaman devletler arasında birçok çıkar çatışmalarına yol açan Bağdat demiryolu imtiyazını elde etmiştir. Fakat bu imtiyaz müzakereleri Rusya'nın da yeni isteklerini ileri sürmesine vesile olmuş, Karadeniz bölgesinde demiryolu yapmak hakkını da bu devlet almıştır.

II. Abdülhamid kendinden önceki padişahların israfları yüzünden çekilen para sıkıntısının getirdiği sonuçları bildiği için bu hususta bir dereceye kadar ihtiyatlı ve tasarrufa riayetli davranmakla beraber mali güçlüklerin önüne geçmeye muvaffak olamamış ve evvelkiler derecesinde değilse bile yine hariçten borçlanma yoluna gitmiştir. Osmanlı borçlarının, alacaklıları zarardan korumak meselesi, Berlin Kongresi'nde de düşünülmüş ve bu hususta açılan görüşmeler neticelendirilerek 1882 yılında "Düyun-ı Umumiye İdaresi" kurulmuştur. Bu idare, yabancı alacaklılara verdiği emniyet dolayısı ile, yeni borçlanmalar yapılmasına imkan vermekle beraber, devletin hakimiyeti üzerinde bir çeşit vasilik kurmuş demektir. Düyun-ı Umumiye idaresine benzeyen Tütün Rejisi ile Osmanlı Bankası, Anadolu Demiryolları Direktörlüğü gibi yabancı idareler de büyük devletlerin elçilikleri yanında adeta "hariç ez memleket" haklarına sahip ve mali, siyasi bütün devlet işlerinde birer vasi ve murakıp vaziyetindeydiler.

Saray etrafında olmayan ve imtiyazlılar sınıfına girmemiş bulunan memurlar, maaşlarını belirsiz zamanlarda ve ancak yılda altı aylık alabilirlerdi. Kendinden önce iki padişahın tahttan indirilmiş olması, V. Murad zamanındaki Çerkez Hasan cinayeti, ondan sonraki Çırağan Olayı, Türk aydınlarının zaman zaman Avrupa'ya kaçmaları ve aleyhinde neşriyatta bulunmaları, Bulgar ve Ermeni komitelerinin faaliyetleri, Ermeni ihtilalleri II. Abdülhamid'in vehimlerini beslemiş olan sebeplerdendir.

1905 Temmuz'unun 21'inde Ermeniler tarafından Cuma selamlığında birçok kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebep olan bombayla yapılmış suikastten bir tesadüf sonucunda kurtulmuştu. Son zamanlarda iç ve dış zorlukların artması, halkın hürriyetten mahrum ve baskı altında tutulması memnuniyetsizlikleri son haddine getirmiş ve yabancı devletlerin yeni bir taksim teşebbüsüne hazırlandıklarının sanılışı bir inkılap zaruretini ortaya koymuştur. Avrupa'daki yurtseverlerle Makedonya'daki aydın subaylar, durumun düzelebilmesi ve devletin kurtulabilmesi için Kanun-ı Esasi hükümlerinin yürürlüğe konmasını tek çare olarak düşünmekteydiler. Büyük devletlerin yeni müdahalelerini hissettiren hareketleri, inkılap gayretlerinin hızlanmasına sebep oldu. Rumeli 'de inkılap taraftarlarının süratle çoğalması gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne mensup subaylar tarafından Manastır'da I. Ferik Şemsi Paşa'nın öldürülmesi, Müşir Tatar Osman Paşa'nın dağa kaldırılması ve bazı subayların da çetelerle dağlara çıkması gibi hadiseler cemiyetin Manastır ve Selanik merkezlerinden telgrafla saraya bildirilince, Abdülhamid Kanun-ı Esasi'nin yürürlüğe girdiğini ilana mecbur oldu (23 Temmuz 1908). Böylece Osmanlı İmparatorluğu'nda İkinci Meşrutiyet dönemi başladı. Ne yazık hürriyetin ölçüsüz bir şekilde taşması, hükümet otoritesinin büsbütün kırılması ve muhtelif unsurların ayrılma meyillerini dışarıya vurmaları devleti eskisinden daha buhranlı bir vaziyete düşürdü. Bu sırada Selanik'ten İstanbul'a getirilmiş olan avcı taburlarının önayak olduğu bir irtica hareketi patlak verdi (31 Mart 1325-13 Nisan 1909). Bunun üzerine Rumeli'de bulunan Meşrutiyet taraftarları subaylarla İstanbul'dan kaçıp onlara ilhak edenlerin "Hareket Ordusu" adı ile teşkil ettikleri kuvvet, İstanbul'a yürüyen irticaı bastırdı. Abdülhamid ihtiyatla hareket etmiş olmakla beraber, irtica hareketlerinden istifade ettiği öne sürülerek Birinci Meşrutiyet'tekine benzer bir akıbete meydan vermemek maksadıyla Ayastefanos'ta (Yeşilköy) Umumi Meclis halinde toplanmakta olan Mebusan ve Ayan'ın kararıyla tahttan indirildi.

Bundan sonra II. Abdülhamid Selanik'e gönderilmiş ve orada Alatini Köşkü’nde gözaltına tutulmuştur. Balkan Harbi çıkınca da İstanbul'a getirilerek, Beylerbeyi Sarayı'nda oturmuş ve 10 Şubat 1918'de ölmüştür.

V. MURAD



V. MURAD (1810 - 1905)

Osmanlı Hanedanı’ndan otuz üçüncü padişah.

Babası Sultan Abdülmecid, annesi Şevkefza Kadınefendi'dir. Öğrenimini özel olarak görmüş, Arapça, Farsça ile Fransızca öğrenmiştir. Amcası Sultan Abdülaziz'in 1863 Mısır ve 1867 Avrupa seyahatlerine katıldı. Bu gezilerde davranışları ile takdir topladı. Fransız maşrık-ı azamının delaleti ile Mason locasına girdi, İstanbul locası reisi Cleanthe Scalieri ile dostluk kurdu. Avrupa seyahatinden sonra Kurbağalıdere'deki köşkünde dış dünya ile temaslarını devam ettirerek oldukça serbest bir hayat sürdü. Ali Paşa'nın ölümünden sonra Yeni Osmanlılar Cemiyeti mensupları tarafından, Sultan Abdülaziz'in yerine tahta çıkarılmak için çalışıldı. Ancak içkiye fazla düşkünlüğü asabını da tahrip etmiş bulunuyordu. Bu sebeple, Mütercim Rüştü Paşa sadrazam, Hüseyin Avni Paşa, serakser, Hayrullah Efendi şeyhülislam, Midhat Paşa Meclis-i vükelaya dahil ve Kayserili Ahmed Paşa Bahriye nazırı olarak yeni hükumette görev aldıkları vakit, gayelerinin Sultan Aziz'i tahttan indirmek ve onu hükümdar yapmak olduğunu bildirdikleri zaman, V. Murad duyduğu heyecanla ilk hastalık belirtisini göstermiştir. Bununla beraber darbeci kabine üyeleriyle temaslarını kesmemiş ve hal' programını adım adım takip etmiştir.

29 Mayıs 1876 günü Hüseyin Avni Paşa'nın arabası ile Bab-ı Seraskeri'ye getirildi. Murad Efendi, burada yapılan törenle V. Murad unvanı ile Osmanlı padişahı ilan edildi.

Bu saltanat değişikliği yurt içinde ve dış ülkelerde, özellikle de İngiltere ve Fransa'da iyi karşılanmış, olumlu tesirler yaratmıştır. Ancak Sultan V. Murad'ın tahta çıkmasını sağlayan Hüseyin Avni Paşa da öteki arkadaşlarını aradan çıkartarak tam bir dikta kurmak hevesine kapılmıştır. Midhat Paşa ile Süleyman Paşa'nın temin etmeye çalıştıkları parlamentonun açılması fikrine ise öteki işbirlikçiler katılmadıklarından Meşrutiyet'in ilanı geri kaldığı gibi, Cülus hatt-ı hümayununda bu konuya ancak temas edilerek geçiştirilmiştir. Hüseyin Avni Paşa, yeni hükümdar üzerindeki etkisi ile Mabeyn'e alınacak memurların tayinlerine de müdahale etmiş; bu durum, V.Murad'da büyük gerginlik yaratmıştır. Gösterişli bir biçimde tahta geçiş, silah ve süngü sesleri arasında yapılan biat törenleri, padişahlığının ilk günlerde getirdiği yorgunluklar V.Murad'ın sıhhi durumunu, biat töreninden itibaren iyice bozmuştur. Tahta çıkışının 6. günü, amcası Sultan Aziz'in ölümü de bozuk asabını iyice sarsmıştır. Cinnetin ilk belirtileri de hükümdarı ziyarete gelen devlet büyüklerini kucaklayıp öpmesi olmuştur. Bunun üzerine Sultan Aziz'in öldüğü günün akşamı özel hekimlerin tavsiyesine uyularak Dolmabahçe Sarayı'ndan Yıldız Köşkü'ne götürülmüştür. Bu sırada Midhat Paşa'nın Soğanağa'daki konağında, Hüseyin Avni Paşa'nın öldürülmesiyle sonuçlanan Çerkeş Hasan olayı, işbirlikçileri kuvvetli bir destekten mahrum bırakmış, padişahın hastalığı da halk arasında iyice yayılmıştır.

Sultan V. Murad, devamlı baş ağrılarından şikayet ediyordu. İyileşme ihtimalinin pek az olduğu sonucuna ulaşılınca ve artık ümit kesilince, V.Murad'm tahttan indirilmesine karar verildi. Veliahd Abdülhamid Efendi ile temasa geçmeye Midhat Paşa memur edildi. Midhat Paşa Veliahdden pek ümit bağladığı Kanun-i Esasi'yi ilan edeceği vaadini aldıktan sonra verilen fetva ile Sultan V.Murad, üç ay, üç gün süren sözde bir saltanattan sonra, 31 Ağustos 1876 günü Osmanlı tahtından indirilmiş oldu.

Yeni hükümdar II. Abdülhamid'in kardeşini kendi saray mensupları dışında kimseyle temas ettirmeyecek şekilde adeta hapsettirmesi V.Murad'ı sevenler arasında tepkiyle karşılandı. Annesi Şevkefza Kadınefendi, oğlunu büyüler, tütsüler ve muskalarla iyileştirmeye çalışıyordu, öte yandan onu Avrupa'ya kaçırmak veya yeniden tahta çıkarmak isteyenler de birtakım teşebbüslere kalkıştılar. Bunların ilki Aralık 1876'da V.Murad'ı oğlu Salahaddin Efendi ile birlikte Avrupa'ya kaçırma teşebbüsü oldu.

1877'de Ali Suavi tarafından, 1878 Temmuzunda ise Scalieri ve Aziz Bey Komitesi'nin teşebbüsüyle Avrupa'ya kaçırılmak istendi. Bütün bu teşebbüsler Sultan II. Abdülhamid'in aldığı ciddi tedbirlerle, bir sonuç vermedi. Sultan V. Murad, bundan sonra 28 yıl Çırağan Sarayı'nda gözaltında yaşadı. 28 Ağustos 1905 Pazartesi günü vefat etti.


ABDÜLAZİZ



ABDÜLAZİZ (1830 - 1876)

Osmanlı hanedanından otuz ikinci padişahtır.

II. Mahmud ile Pertevniyal Sultan'ın oğludur. Şubat 1830'da (15 Şaban 1245) doğdu.

Basit bir Şark eğitimiyle yetişmiş; veliahtlığında güreş, av, cirit gibi sporlara merakı ile tanınmıştır. 25 Haziran 1861'de (17 Zilhicce 1277) tahta çıktı. Ancak kısıtlı eğitimi bir yana pehlivan vücutlu ve muhafazakar mizaçlı bulunması, halk arasında iyi karşılanmasına sebep olmuştu.

Abdülaziz Babıâli'ye gönderdiği "Hatt-ı Hümayun"da " vükelayı yerlerinde ibka ve Abdülmecid zamanında ilan edilmiş olan Tanzimat Kanunu'nu tekid ve mali güçlüklere çare bulunacağını" ilan etmekle işe başladı.
Sultan Abdülaziz, tahta çıktığı zaman imparatorlukta çeşitli mühim meseleler ile karşılaşmış ve bunları giderme tedbirlerine başvurmuştur, önce sarayda ve hükümet dairelerinde bazı tasarruf tedbirleri alınmışsa da karşılıksız çıkarılmış olan kağıt paraların ortadan kaldırılması ve mali buhranın azaltılmasına çare bulunamamış; 1862'de İngiltere'den yeni bir istikraz yapılmıştır. Diğer taraftan tersanenin kuvvetlendirilmesi, gemiler ve silahlar alınması için yapılan masraflar ile Karadağ ve Hersek ayaklanmalarının bastırılması için lazım olan paralar, zaman geçtikçe mali dengeyi bozmakta devam etmiştir. Bir başka önemli mesele Balkanlar'da ve Adalarda milliyetçi akımlar ile Mısır'da bağımsızlık isteğinden kaynaklanan olaylardır. Paris Antlaşması’ndan hemen sonra Osmanlı hakimiyetine karşı direnmeler birbirini izlemiştir.

Devlet yönetimindeki değişiklikler de ayrı bir önem taşır. Kıbrıslı Mehmed Paşa azledilmiş; sadrazamlığa Ali Paşa sonra da Fuad Paşa getirilmiştir. Cemiyet-i Tıbbiye bu sıralarda kurulmuş, yalnız şekilde kalmış olmakla beraber devlet hazinesinde bütçe yapmak usulü yine bu yıllarda kabul edilmiş, bir de Divan-ı Muhasebat kurulmuştur.

Yunanistan'da Bavyeralı Kral Othan'ın düşürülmesi ve yerine Danimarka kralının oğlu Georges'un getirilmesiye sonuçlanan ayaklanma, Girit meselesinin meydana çıkmasını hazırlamıştır. Hersek'teki ayaklanmadan ve çarlığın körüklediği Panslavizm cereyanlarından cesaret alan Karadağ prenslerinden Mirko Petroviç de başkaldırmıştır. Bunun üzerine Serdar-ı ekrem Ömer Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Karadağ'ı ezerek kımıldayamayacak hale getirmiştir. Rusya, Avusturya ve Fransa'nın işe karışmaları yüzünden elde edilen başarı sürekli olamamıştır. Karadağ'a karşı girişilen hareket, Hersek ayaklanmasının durulmasına sebep olmuştur Ancak Panslavizm taşkınlıkları durmaksızın körüklendiği için bu defa Sırbistan'da da bazı hareketler başlamıştır. Belgrat'ta Sırpların Osmanlı karakollarına hücum ve askerin de Sırplara ateş etmeleri üzerine çıkan olaylara Avrupa devletleri de karışmışlardır.

1862'de yapılan protokol ile Osmanlı askerinin şehirden çekilmesi ve yalnız kalede kalması gibi şartlarla mesele yine Osmanlı hakimiyetini zayıflatacak şekilde sonuçlanmıştır.

Sultan Abdülaziz 1863 Ağustos'unda Mısır'a seyahat etmiştir. O sırada Mısır'da vali Said Paşa'nın ölümüyle yerine İsmail Paşa yeni geçmiş bulunuyordu. Bu seyahatten önce Fuad Paşa'nın yerine sadrazamlığa Yusuf Kamil Paşa getirilmiştir.

Fuad Paşa Abdülaziz'e Mısır seyahatinde serasker sıfatıyla katılmış, dönüşte ikinci defa sadrazam olmuştur. Bu sıralarda Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye kurulmuş, Maarif Nezareti'nde bazı değişiklikler ve yenilikler yapılmış ve Darülfünun’da umum için fizik, geometri gibi dersler açılmış, Londra'dan Şişhaneli denen tüfekler getirilerek benzerlerinin Tophane'de yapılmasına başlanmıştır.

Midhat Paşa'nın Niş Eyaleti'ndeki başarıları üzerine Silistre, Vidin ve Niş eyaletleri birleştirilerek Tuna vilayeti teşkil olunmuş ve eyalet teşkilatının vilayetlere çevrilmesi ve vilayetlerde medeni tesislerin meydana getirilmesi faaliyeti başlamıştır.

1866'da Fuad Paşa'nın yerine önce Mütercim Rüştü Paşa, bir müddet sonra Ali Paşa sadrazam olmuş ve o sıralarda İstanbul'a gelen Mısır valisi İsmail Paşa Mısır vergisine zam yapmak, Girit ayaklanmasını bastırmaya yardım için asker göndermek ve sarayla bazı vükelaya birçok hediyeler vermek pahasına Mısır valiliğindeki veraset usulünü değiştiren ve Mısır valilerine Hidivlik unvanını veren fermanları Sultan Abdülaziz'den almıştır. Veraset usulünün değişmesi yüzünden vali olmak hakkını kaybeden Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa, Abdülaziz aleyhinde çalışmak üzere Paris'e kaçmıştır. Hür fikirler etrafında toplanmış onlanların kurduğu Yeni Osmanlılar Cemiyeti'ne katılacak olan Ziya Paşa, Namık Kemal, Ali Suavi gibi gençler de bu sıralarda Avrupa'ya kaçarak Mustafa Fazıl Paşa'nın himayesi altında Paris ve Londra'da gazeteler çıkarmaya başladılar.

Romanya'daki ayaklanma sonucunda Prens Couza çekilmeye mecbur olmuş ve yerine Prusya krallık hanedanından Prens Carol geçirilmişti. Osmanlı hükümeti, Carol'un prensliğini protesto etmiş olmakla beraber, Avrupa devletlerinin tesiriyle kabule mecbur kalmış ve evvelce Prens Couza'ya yapıldığı gibi Carol da İstanbul'a gelince Göksu Kasrı'nda misafir edilip uhdesine Memleketeyn voyvodalığı tevcih edilerek nişanlarla ve hediye edilen atlarla Romanya'ya dönmüştü.

Romanya meselesi yeni yatıştığı sıralarda Girit ayaklanması başladı. Eski sadrazamlardan Mustafa Naili Paşa, Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa, sonra da Ali Paşa Girit'e gittiler. Adadaki ayaklanma yatışır gibi olduğu sırada Yunanistan, Osmanlı Devleti'yle münasebetini kesti. Paris'te toplanan konferans sonucunda savaşın önüne geçildiyse de Girit meselesinde kesin bir durum ortaya konamadı.

Sultan Abdülaziz, İmparator II. Napoleon'un daveti üzerine 1867 Mayıs'ında deniz yoluyla Fransa'ya gitmiş, oradan Londra'ya geçerek dönüşte Prusya ve Avusturya'ya uğrayıp seyahatinin 47. günü Varna yoluyla İstanbul'a dönmüştü ki bu yolculukta veliaht Murad, şehzade Abdülhamid ve Yusuf İzzeddin ile o zaman Hariciye Nazın olan Fuad Paşa birlikte bulunmuştur.

Galatasaray Lisesi, Mekteb-i Sultani adıyla bu sırada, 1868'de açılmış, Tıbbiye-i Mülkiye ve Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye tarafından Sultanselim'de Darüşşafaka kurulmuş ve 1848'de rüştiyelere öğretmen hazırlamak üzere Fatih'te açılmış olan Darülmuallimin’in Sıbyan mektepleri’ne öğretmen yetiştirmeye mahsus olan kısmı 1872'de Süleymaniye civarında eğitime başlamıştır.

Hastalanarak Niş'e gitmiş olan Fuad Paşa'nın orada ölmesi üzerine Abdülaziz saltanatının ilk devrinde memleketi ayakta tutan, Tanzimat'ın kudretli devlet adamlarından biri kaybolmuş, yani Ali Paşa yalnız kalmış oluyordu. Yeni teşkil edilmiş bulunan Şura-yı Devlet'in reisliğine Midhat Paşa getirilmiştir ki oradan 1868'de Bağdad valiliğine gönderildi. Midhat Paşa Bağdad'da da büyük başarılar göstermiştir. Dicle üzerinde, Tuna'da olduğu gibi, gemiler işletilmesine teşebbüs olunmuştur. Bundan başka İdare-i Aziziye adıyla bir deniz yolları idaresi kurulduğu gibi Boğaziçi hizmetlerinde de Şirket-i Hayriye meydana getirilmiştir. Fransa İmparatoriçesi Eugenie, Süveyş kanalının açılmasında hazır bulunduktan sonra III. Napoleon namına Sultan Abdülaziz'in ziyaretini iade için İstanbul'a gelmiş ve Avusturya İmparatoru Franz-Joseph de yine bu sıralarda Sultan Abdülaziz'in Viyana ziyaretini iade etmiştir. Mecelle Cemiyeti Cevdet Paşa'nın reisliği altında bu sıralarda kurulmuştur.

1871 savaşında Fransa'nın yenilmesi üzerine Rusya, Paris Antlaşması kararlarının hükümsüz olduğunu ve Karadeniz'deki hükümranlık haklarından faydalanılmaya karar verildiğini ilan etmiştir. Bunun üzerine Londra'da toplanan konferans Osmanlı Devleti'nin boğazları açıp kapamak hususundaki hakkını kabul ve tasdik etmekle beraber Karadeniz'in tarafsızlığını sağlayamamıştır. 1856 Paris Antlaşması evvelce Romanya, Sırbistan ve Karadağ muhtariyetleriyle zedelenmiş olduğu gibi bu defa Londra konferansıyla büsbütün bozulmuş oluyordu.

Fransa'nın yengilisi Panslavizmin yayılmasına fırsat vermişti ve zaten bu propagandanın başında olan General İgnatiev o zamanlar Rus elçisi sıfatıyla İstanbul'a gelmiş bulunuyordu. Sadrazam Ali Paşa, bir taraftan Mısır Valisi İsmail Paşa'nın israflarına ve fermanlarla elde ettiği imtiyazlara sığmayan işlerine engel olmaya çalışıyor, öte taraftan Sultan Abdülaziz'in istibdadını ve lüzumsuz masraflarını önlemeye çalışıyordu. 1871'de Ali Paşa'nın ölümü ile Tanzimat devrinin son temsilcisi de gitmiş, Mahmud Nedim Paşa sadarete geçmiştir. Bu suretle Sultan Abdülaziz saltanatının kötü yılları da başlamış oldu. Mahmud Nedim Paşa, yolsuz işlerine bazı vükela ile valileri değiştirmekle başladı. İmparatorlukta merkezde ve vilayetlerde büyük memurları durmadan değiştirmek yüzünden kararsızlık da büsbütün arttı. Tanzimat fermanı ile muhakemesiz hapis ve sürgünlük usulü kaldırılmış olduğu halde Sultan Abdülaziz, Mahmud Nedim Paşa ile istibdadın bu vasıtasını kullanmaya başlamış ve birçok tanınmış adamları sürdürmüştü. Mahmud Nedim Paşa, devletin içinde bocaladığı para darlığına rağmen Galata sarraflarından yüksek faizlerle borç alarak saraya para yetiştiriyor, Ali Paşa zamanında türlü güçlüklerle Babıali'ye alınmış olan hükümet kudretini Sultan Abdülaziz'in düşüncesiz idaresine teslim ediyordu. Sultan Abdülaziz, Mahmud Nedim Paşa'nın halk arasında artan itibarsızlığını sezdiği için, yerine Midhat Paşa'yı sadrazamlığa getirdi.

Midhat Paşa'nın Meşrutiyet esaslarını, yani hükümdarlık işlerinde halk kontrolünü tesis etmek istemesi ve idaresi Sultan Abdülaziz'e uygun gelmemiş, ikibuçuk ay sonra Mütercim Rüştü Paşa'yı, ondan sonra Serasker Esad Paşa'yı, daha sonra Şirvanizade Rüştü Paşa'yı ve tekrar Esad Paşa'yı sadrazam yaptıktan sonra 1875'de Mahmud Nedim Paşa'yı ikinci defa olarak hükümetin başına getirmiştir.

Saltanatının ilk yıllarında ancak yirmi beş milyon kadar olan Osmanlı borçları hemen her yıl tekrarlanan yeni borçlarla iki yüz elli milyona varmış ve Mahmud Nedim Paşa'nın güya ıslah ve tasfiye maksadıyla giriştiği tedbirler yüzünden hazinenin iflası hem memleket içinde, hem dışarıda meydana çıkmıştır.

Hersek'teki ayaklanma Bosna'ya da sıçramış, Bulgaristan'da başlayan komitecilik ve haydutluk hareketleri, Rusya'nın engel olması yüzünden asker kuvvetiyle bastırılamadığı için halk arasında vuruşmalar ve "Otlukköy" olayı gibi facialar meydana getirilmiştir.

Bulgarlar Osmanlı memur ve halkına türlü işkenceler yaptıkları halde bu durumları ters ve yalan bir biçimde Avrupa'ya aksettiriyorlardı. Çarlık Rusyası da Bulgarları korumak bahanesiyle Osmanlı İmparatorluğu'na son darbeyi vurmaya hazırlanıyordu.

İstanbul'da softalarla halk tarafından yapılan nümayişler üzerine, Sultan Abdülaziz, Mahmud Nedim Paşa'yı fedaya mecbur kalarak sadrazamlığa tekrar Mütercim Rüştü Paşa'yı getirmiştir. Sadrazam, Meclis-i Vükela'ya memur Midhat Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa ve Bahriye Nazırı Kayserili Ahmed paşalar ve Şeyhülislam Hayrullah Efendi, devletin vahim durumunu bir dereceye kadar düzeltebilmek için Sultan Abdülaziz'i tahttan indirmeye karar verdiler.

29—30 Mayıs 1876'da Sultan Abdülaziz tahtından indirilerek yerine V. Murad tahta çıkarıldı.

Abdülaziz önce Topkapı Sarayı'na götürülmüş ve dört gün sonra kendi isteğiyle Feriye Sarayı'na naklolunmuştur. Abdülaziz'in padişah olarak istediğini yaptırmaya alışan ve esasen kibirli, taşkın olan mizacı, tahttan indirilip hapsolunmaya dayanamamış, sakalını düzeltmek için annesinden aldığı sivri uçlu bir makasla kol damarlarım kesmiştir. İntihar olayı, o zaman muayenede hazır bulunan türlü tabiyet ve milliyetteki yirmi kadar doktorun raporlarıyla ve ayrıca uzun incelemeler yaparak etraflı bir rapor vermiş olan İngiliz elçiliği hekiminin şahitliğiyle tespit edilmiştir. Fakat bir süre sonra Abdülaziz'in taraftarları onun öldürülmüş olduğu rivayetini ileri sürmüşlerdir. II. Abdülhamid iradesiyle olaydan üç yıl sonra Yıldız'da kurulan mahkemede Midhat, Damat Mahmud Celaleddin ve Nuri paşalar mahkum olmuşlardır.

Sultan Abdülaziz'in ölümü olayı intihar mı, katl mi? O zamandan beri her iki ihtimal hakkında ortaya deliller sürenler ve bunları münakaşa edenler vardır ve mesele belki de tarihin aydınlatamadığı şüpheli olaylardan biri olarak kalacaktır.

Abdülaziz saltanatının ilk devresinde Ali Paşa, sarayın keyfi hareketlerine bir dereceye kadar direnmiş ve Babıali'nin nüfuzunu korumaya muvaffak olmuştur, ölümünden sonra ve Mahmud Nedim Paşa'nın ilk sadrazamlığından itibaren başlayan ikinci devrede Sultan'ın karakteri büsbütün meydana çıkmıştır.

Tanzimat Fermanı'nın temin ettiği hürriyet ve masuniyet prensiplerini ihlal ederek başta bazı vükela olmak üzere bir takım kimseleri ve bu arada Namık Kemal gibi şahsiyetleri sürgüne göndermesi, İsmail Paşa'ya Mısır'ın imparatorluktan büsbütün ayrılmasına sebep olacak imtiyazlar vermesi, korkunç bir hadde varan israfları ve nihayet Hersek'te başlayan ayaklanmayı bastırmaktaki aczi Abdülaziz'in tahttan indirilmesine sebep olmuştur.

Bununla beraber Sultan Abdülaziz, imparatorluk donanmasını o zamanki en kuvvetli devletlerin donanmaları derecesine yükseltmek için gayret göstermiş, Arabistan Yarımadası'nda sürüp giden karışıklıklar onun zamanında önlenmiştir. Midhat Paşa Bağdat valisiyken Osmanlı Hükümeti'ni Necid'e kadar götürdüğü gibi o zamana kadar tamamıyle Mekke emirlerinin idaresi altında bulunan Hicaz bölgesinde de bir vilayet teşkil edilmiş ve Osmanlı hakimiyeti yüzyıllardan beri Yemen'in Hüdeyde sahiline münhasırken Redif Paşa komutasında gönderilen orduyla bütün Yemen kıtası alınıp Yemen vilayeti yeniden kurulmuştur.

Sultan Abdülaziz ney çalardı, yazısı da güzeldi. Sarayına çağırıp tablolar yaptırdığı yabancı ressamlara istediği konuları anlatmak üzere çizdiği taslaklar resimdeki kabiliyetini göstermektedir.


ABDÜLMECİD



ABDÜLMECİD (1823 - 1861)

Osmanlı hanedanından otuz birinci padişahtır.

II. Mahmud ile Bezmialem Sultan'ın oğludur. 23 Nisan 1823 (11 Şaban 1238)'de doğdu. 3 Temmuz 1839 (19 Rebiyülahır 1255)'da Osmanlı tahtına çıktı.

Bu sırada devlet türlü tehlikeler içinde bulunuyordu. II. Mahmud'un son zamanlarında Osmanlı orduları Mısır valisi Mehmed Ali Paşa kuvvetlerine üstüste yenilmiş ve imparatorluğun yaşaması ancak Avrupa devletlerinin rekabetinden ileri gelen, yardımlarına bağlı kalmıştır. Genç padişah sadrazamlığa getirdiği Husrev Paşa'nın yaptıklarını unutacağını ve affettiğini söyleyerek Mısır meselesini yumuşaklıkla yatıştırmak istemiştir. Oysa Nizip bozgununun haberi, İstanbul'a, cülustan dört gün sonra gelmiş ve Kaptan-ı derya Ahmed Fevzi Paşa, rakibi olan Husrev Paşa'nın düşmanlığından korkarak Mısır'a kaçıp donanmayı Mehmed Ali'ye teslim etmiştir. Devletin ordusuz ve donanmasız kaldığı ve Babıali bir karar ve hareket için yabancı devlet elçilerinin ağızlarına baktığı sırada Londra elçiliğinde bulunan Mustafa Reşid Paşa'nın cülusu tebrik vesilesiyle İstanbul'a dönmesi ve padişahı Tanzimat Fermanı'nın ilanına razı etmesi Abdülmecid'in ilk saltanat yıllarında gerçekleşmiştir.

Tanzimat Fermanı 3 Kasım 1839 günü ilan edilmiştir. Mustafa Reşid Paşa fermanı Sultan Abdülmecid ile vükela, ulema, yabancı elçilerle halk huzurunda ve Gülhane Meydanı'ndaki kasırda okunmuştur. Fermanda şahsi hürriyetler yani can, mal ve namus emniyetinin yeni kanunlarla teminat altına alınacağı vaad ediliyordu. Yeni kanunların yeni kurulan meclisler tarafından hazırlanarak padişah tarafından onaylanacağı belirtiliyor, böylece hükümdarın temsil ettiği siyasi iktidara bu meclisler de iştirak ettiriliyordu. İnsancıl esasları kapsayan bu ferman, Batı'da iyi tesir yapmış ve Mısır meselesinin de hallini kolaylaştırmıştır. Mehmed Ali'yi tutan Fransa'nın müzakere dışı bırakılması suretiyle İngiltere, Avusturya, Rusya ve Prusya arasında Londra Mukavelesi (15 Temmuz 1840) imzalandı. Antlaşmamn imzalanmasından sonra Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte hareket eden devletler, Mehmed Ali Paşa'nın Osmanlı hakimiyetine bağlanmasını sağladılar.

Bundan sonra Fransa'nın da katılmasıyla Londra'da imzalanan Boğazlar Antlaşması da (1841) Boğazlar üzerinde Osmanlı hakimiyetini tasdik etmiştir.

Avusturya'ya karşı 1848'de ayaklanıp Rus kuvvetlerinin yardımıyla mağlup olan Macar ihtilalcilerinin bir kısmı Osmanlı topraklarına sığınmışlardı. Mültecilerin teslimi için Avusturya ve Rusya Babıali'yi tazyik ettikleri halde Reşid Paşa'nın himmetiyle Macar ihtilalcileri teslim edilmedi. Sultan Abdülmecid devrinin önemli olaylarından biri olan bu mukavemet, İngiltere ve Fransa'da Osmanlı Devleti lehine pek iyi bir tesir yaptığı gibi Macarlar arasında Türklere karşı derin bir sevginin uyanmasına da sebep olmuştur.

Macar ihtilalinin akisleriyle ve Rusya'nın da teşvikiyle Eflak ve Boğdan'da Osmanlı İmparatorluğu aleyhine ayaklanmalar oldu. Ayaklanmayı bastırmak üzere Serdar-ı ekrem Ömer Paşa kuvvetleri harekete geçince Ruslar da Boğdan'a girdiler. Fakat zamanın şartlarını savaş açmaya elverişli görmeyen Ruslar daha ileri gidemediler ve Babıali ile 1849'da Baltalimanı Mukavelenamesi'ni imzaladılar ki bu mukavele Eflak ile Boğdan'da Osmanlı Devleti'yle Rusya'ya müşterek bir işgal hakkı veriyordu.

Sultan Abdülmecid devrinin en önemli olayları arasında Kırım Savaşı'yla ondan sonra yapılan Paris Antlaşması'nı kaydetmek gerektir. Kudüs ve civarında Hıristiyanlarca kutsal sayılan ve Katolikler ile Ortodokslar arasında bir türlü paylaşılamayan imtiyazlar meselesi tekrar canlanmıştır. Fransız Cumhurbaşkanı Louis-Napoleon, Katoliklere hoş görünmek için bazı taleplerde bulunduğu gibi Osmanlı tabiiyetindeki Ortodoksların koruyucusu kesilen Rusya da bu işe karışmıştır. İstanbul'a gönderilen Rus fevkalade elçisi Prens Mençikof'un istedikleri red olunduğundan Rusya, Eflak ve Boğdan'ı işgale kalkıştı. Babiali’de Rusya'ya savaş ilan etti (1853). Serdar-ı ekrem Ömer Paşa'nın Tuna cephesinde başarılı hareketlere girişmesiyle başlayan savaş, Rusların Silistre kuşatmasında yenilmeleriyle devam etti. Fakat Ruslar Sinop Limanı'nda bulunan Osmanlı donanmasını birdenbire basarak yakmayı başardılar. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti'yle tedafüi ve tecavüzi (müdafaada ve saldırıda birlik) bir ittifak anlaşması imzalayarak (12 Mart 1852) savaşa girdiler. Daha sonra Sardunya Krallığı da Rusya aleyhine olarak bu savaşa karıştı. Müttefikler bir yıla yakın kuşattıkları Sivastopol'u zaptetmeye muvaffak oldukları sırada Ruslar da Anadolu'da Kars'ı ele geçirmişlerdi. Savaş sırasında Avusturya'nın da katılmasıyla yapılan görüşmeler sonucunda barışın esas şartları belirlenerek Ruslara kabul ettirildi.

Bunun üzerine Paris Kongresi toplandı. Avrupa büyük devletleri delegelerinin bulunduğu bu genel kongrede hazırlanan anlaşma metni 20 Mart 1856'da imzalandı.

Paris kongresinden biraz evvel Sultan Abdülmecid Gülhane Fermanı'nı tamamlayan ve teyid eden bir Islahat Fermanı neşretti (18 Şubat 1856). Bu ferman, Hıristiyan tebaanın şahıs ve mal emniyetini, onların mezhep ve tedrisat hürriyetlerini teyid ediyor, bütün tebaanın eşitliği kabul edildiği gibi Türk ve Müslüman olmayanların dahi memurluklara ve askerlik hizmetlerine girebileceklerini bildiriyordu. Sultan Abdülmecid, cülusundan itibaren siyasi güçlüklerden fırsat buldukça ıslahata ve özellikle eğitim alanında yeniliklere girişmekten geri durmamıştır. 1841'de Sultanahmed Camii içinde "Mekteb-i Maarif-i Adli" adıyla ilk rüştiye açılmış, daha sonra İstanbul'un beş yerinde rüştiye kurulmuş ve 1852 'de de 25 il merkezinde rüştiyeler açılmıştır.

Rüştiyelerin üstünde olmak üzere Bezmialem Valide Sultan'ın yaptırdığı şimdiki İstanbul Kız Lisesi binasında "Darü'l-Maarif" adıyla lise derecesinde bir okul kurulmuştur. Sultan Abdülmecid hemen bütün okulların açılmalarında, imtihanlarda diploma dağıtılması, cami derslerinde icazet verilmesi gibi merasimde hazır bulunur ve okutanlarla okuyanları teşvik ederdi.

1845'de Darülfünun (üniversite) binası yapılmasına başlandı ve açılacak üniversitenin öğretmenlerini yetiştirmek üzere Avrupa'ya öğrenci gönderildiği gibi kitaplarını hazırlamak üzere bir Encümen-i Daniş (İlim Akademisi) kuruldu (1851). Paris'te tahsilde bulunan gerek sivil, gerek askeri öğrenciler için "Mekteb-i Osmani" adıyla bir okul da kurulmuştur. Yine bu zamanlarda Harbiye Mektebi için Fransa'dan öğretmenler getirildi. 1848'de ilk Darü'l-Muallimin ve 1858'de orta derecede olmak üzere ilk Mülkiye Mektebi kuruldu. İzmit Kağıt Fabrikası da 1847'de yapılmış, üzerinde "eser-i cedid" damgası bulunan kağıtları imal etmeye başlamıştır.

1846'da Mehmed Ali Paşa'nm padişah idaresine güven duyarak İstanbul'a gelişi, Osmanlı Devleti'nin içte ve dışta itibarını ve nüfuzunu arttırmıştır. Bu olay, hariciye nazırlığından sadrazamlığa yükselen Mustafa Reşid Paşa için bir mükafat sayılmaktadır.

Paris Antlaşması’ndan sonra Adliye ve Maarif Nezareti kurulmuş, yeni kanunlar yapılmış, Avrupa ile ticari ve mali münasebetler artmıştır. Avrupa'dan yapılan borçlanmaların bir kısmıyla faydalı eserler meydana getirilmişse de büyük bir kısmı da saraylar ve kasırlar yapılmasına harcanmıştır. Yenibahçe'deki Gura-ba Hastanesi'yle Haseki Kadın Hastanesi bu dönemin eserlerindendir. Hırka-i Şerif'te ve Ortaköy'de yapılan iki minareli camilerle Yahya Efendi civarında ve Teşvikiye'de meydana getirilen birer minareli camiler, Harbiye ve Bahriye mektepleri, Mecidiye adını taşıyan kışlalar, Dolmabahçe Sarayı gibi istanbul'un başlıca binaları, Sultan Abdülmecid zamanının eserleridir. Saraylar, kasırlar, düğün ve eğlenceler için yapılan harcamalar, halk arasında kötü söylentilere sebep olduğu gibi memleketin bir çok yerinde karışıklıklar da başgöstermiştir.

Bunlar arasında 1860'da Suriye'de Dürziler ile Maruniler arasında çıkan çarpışmaya Fransızlar müdahale etmiş ve bu kargaşalığı Fuad Paşa'nın şiddetli icraatı yatıştırmıştır. Eflak ve Boğdan'la Karadağ'da da bazı ayaklanmalar olmuştur. Meşhur Cizre Emiri Bedirhan Bey 1846'da İstanbul'a getirilmiş ve Kürdistan'daki isyanın bastırılmasına hizmet edenlere mahsus bir de nişan ihdas olunmuştur.

Abdülmecid'in ölümünden biraz önce özellikle mali buhranların tesiriyle onun tahtından indirilmesi için gizli bir teşebbüs yapılması (Kuleli Vakası) bu padişaha karşı ilk zamanlarda duyulan sevgi ve güvenin gittikçe azaldığını gösterir.

Sultan Abdülmecid, 25 Haziran 1861'de tutulduğu veremden ölmüş ve Sultan Selim Türbesi'ne gömülmüştür.

Sultan Abdülmecid nazik, yumuşak ve zeki olmakla beraber zayıf ve gevşek bir hükümdardı. Islahata samimi taraftar olmakla beraber bunları kendi başına ilerletecek kudrete sahip değildi. Fakat saltanatında Mustafa Reşid, Ali ve Fuad paşalar gibi kıymetli devlet adamlarının bulunması talihini ve onları iş başına getirmesi de dirayetini ispat eder.

Bazı kusurlu ve zayıf taraflarına rağmen uyanık ve hamiyetli devlet adamlarını kullanmak hususundaki dirayeti sayesinde Abdülmecid'in saltanatı XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin nispeten itibarlı bir dönemidir. Abdülmecid'in oğullarından V. Murad, II. Abdülhamid, V. Mehmed (Reşad) ve VI. Mehmed (Vahdeddin) sıra ile tahta çıkmışlardır.


II. MAHMUD



II. MAHMUD (1785 - 1839)

Osmanlı hanedanından otuzuncu padişahtır.

Babası I. Abdülhamid, annesi Nakş-ı Dil Sultan'dır. Tahta çıkmadan 1 yıl 2 ay önce Sultan IV. Mustafa'nın veliaht-şehzadesi oldu. Kabakçı ayaklanması sonunda tahttan indirilen III. Selim'i tekrar padişah yapmak için gelen, Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa, asilerle birlikte hareket eden Sultan IV. Mustafa'yı tahttan indirdi. Saraya girdiğinde III. Selim'in öldürüldüğünü öğrenen Alemdar Mustafa Paşa, katillerin elinden canını zor kurtaran II. Mahmud'u tahta çıkardı (28 Temmuz 1808).

Yeni Padişah, Alemdar Mustafa Paşa'yı sadarete getirerek, ona geniş yetkiler tanıdı. Sadrazam, ilk iş olarak da Kabakçı ayaklanmasıyla ilgili görülenleri cezalandırdı. Rusçuk ileri gelenlerine önemli görevler verdi. Rumeli ve Anadolu'daki ayanı İstanbul'da toplayarak onlarla Sened-i İttifak'ı yaptı (29 Eylül 1808). Bu belge ile ayanlar, hükumet emirlerini dinleyeceklerine söz veriyorlardı. Nizam-ı Cedid ordusunu Sekban-ı Cedid adıyla yeniden kurdu. Konya'dan çağrılan vezir Kadı Abdurrahman Paşa'yı yeni ordunun başına getirdi. Esame adı verilen yeniçeri ulufe cüzdanlarını, bedellerini ödeyerek satın alıp, imha ettirdi. Alınıp satılabilen bu cüzdanlar sayesinde, askerlikle münasebeti olmayanlar, asker maaşı alabiliyorlardı. Binlerce esame imha ettirdiyse de bu konuda tam bir başarı gösteremedi.

Gelişmeleri öfkeyle izleyen IV. Mustafa ve Kapıkulu ocakları mensubu ağalar 14 Kasım 1808 gecesi, Alemdar'ın konağını bastılar. Gelecek yardımı bekleyerek yeniçerilerle kıyasıya çarpışan sadrazam, damı delmekte olan yeniçerileri görünce patlattığı barut fıçısıyle intihar etti. Bunun üzerine, Rusçuk yaranından Defterdar Tahsin Efendi ile Umur-ı Cihadiye nazırı Behiç Efendi İstanbul'dan kaçtılar; Sadaret kethüdası Mustafa Refik Efendi asiler tarafından parçalandı. Ayaklananlar II. Mahmud'u tahttan indirmek için saraya saldırdılar. Kadı Abdurrahman Paşa Sekban-ı Cedid askeriyle Topkapı Sarayı'nı savundu. Bozguna uğrayan ayaklananların üzerine giden Abdurrahman Paşa, 3000'den fazla yeniçeri ve diğer ayaklananları kılıçtan geçirtti. Bu sırada donanma toplarıyle İstanbul'u ateşe tuttu. Yıkılan binalar ve ölen insanlar karşısında neye uğradığını anlayamayan İstanbul halkı, saldırıyı durdurtan ulema sayesinde can güvenliğine kavuştular. İki taraf da birbirine karşı üstünlük gösteremedi. Bu yüzden Sultan II. Mahmud iktidarını 18 yıl boyunca ince bir denge üzerine kurmak zorunda kaldı. Kadı Abdurrahman Paşa ve Rusçuk yaranından Ramiz Paşa'yı gizlice Rumeli'ne kaçırtan Sultan II. Mahmud, 18 Kasım 1808 tarihinde Sekban-ı Cedid'i dağıttığını ilan etti.

Alemdar Mustafa Paşa yerine sadarete getirilen Çavuşbaşı Memiş Paşa, 1 ay 9 gün sonra bu görevden azledilerek Sakız'a sürüldü. Daha sonra Halep beylerbeyi Yusuf Ziya Paşa sadarete çağınldı. 1809 Osmanlı-Rus Savaşı'na katılan Yusuf Ziya Paşa, savaş bitmeden görevinden alındı. Yerine sadrazam olan İmrahor Vezir Ahmed Paşa (10 Nisan 1811) Ruscuk'u Rusların elinden aldı (9 Temmuz 1811). Savaşın sonunda imzalanan Bükreş Antlaşması'yla (28 Mayıs 1812) Baserabya'nın tamamı Rusya'ya bırakıldı.

Sadrazam Ahmed Paşa, 5 Eylül 1812'de görevinden alınarak, yerine Ahmed Hurşid Paşa getirildi. Bu sırada, Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki Epir bölgesinde nüfuz kazanan Tepedelenli Ali Paşa, ikinci bir Mısır hıivi Mehmed Ali olma yolundaydı. Oğullarıa birlikte muhtar bir devlet kurmak istiyordu. Sultan II. Mahmud, nişancısı Halet Efendi'nin de etkisiyle, sadrazam Hurşid Paşa'yı Tepedelenli'nin üzerine gönderdi. Hurşid Paşa, Tepedelenli'nin elinden işgal ettiği yerleri geri alarak oğullarıyla birlikte perişan etti.
1 Nisan 1815 tarihinde sadrazamlık görevinden alınan Hurşid Paşa'nın yerine, Mehmed Emin Rauf Paşa sadrazam oldu. 2 yıl 9 ay bu görevde kaldıktan sonra azledilerek yerine Bursa valisi Derviş Mehmed Paşa getirildi. Mustafa Reşid Paşa'nın amcası Ispartalı Ali Paşa, 5 Ocak 1820 tarihinde, Derviş Mehmed Paşa'nın yerine sadrazam oldu.

Ali Paşa'nın sadareti zamanında başlayan Yunan ayaklanması (12 şubat 1821) kaptan-ı derya Nasuhzade Ali Paşa'nın, Sakız limanına girmesiyle bastırıldı (11 Nisan 1822). Ayaklanmanın bastırılması Avrupa devletleri arasında geniş yankı uyandırdı. Sadaret makamındaki değişiklikler şu sırayla devam etti: Ispartalı Ali Paşa 28 Mart 1821'de görevinden alınarak, yerine Çıldır valisi Benderli Ali Paşa getirildi. 8 gün fiilen sadrazamlık yapan Ali Paşa, İstanbul'da olmadığı zamanda yerine kaymakam Hacı Salih Paşa vekalet etti. Ali Paşa azlinden bir ay sonra Kıbrıs'ta idam edildi. 19 Kasım 1822'ye kadar görevini sürdürebilen Salih Paşa, bu tarihte azledilerek yerine Deli Abdullah Paşa sadrazam oldu. 4 ay sonra İzmit'e sürülen Abdullah Paşa'nın yerine Silahdar Ali Paşa sadrazamlığa getirildi (10 Mart 1823). 9 ay 4 gün sonra 13 Aralık 1823'te azledildi ve Konya valiliğine getirildi. Yerine Benderli Mehmed Selim Sırrı Paşa atandı.

Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması, bu sadrazam zamanında gerçekleştirildi 17 yıldır bu ocağı kaldırmayı tasarlayan II. Mahmud, 25 Mayıs 1825'te bu fikrini uygulamaya koydu. Eşkinci ocağı adı verilen yeni bir askeri sınıf kurulduğunu resmen açıkladı. Avrupa tarzında üniforma giydirilen yeni ordu, 11 Haziran 1826'da eğitime başladı. Bundan üç gün sonra ayaklanan yeniçeriler, kazanlarını Etmeydanı'na çıkararak gösterilere başladılar. Ulemayı yanına alan II. Mahmud, Sancak-ı Şerif'i çıkararak halkı yeniçerilere karşı savaşmaya çağırdı. Yeniçeri Ocağı dışındaki bütün ocaklar, padişaha sadakatlerini bildirdiler. Aksaray ve Etmeydanı'ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutuldu. 6.000'den fazla yeniçeri öldürüldü. 20.000 civarında isyancı da tutuklandı. Bu arada Bektaşi dergahları kapatılarak yakalanan müridler kılıçtan geçirildi. Hızını alamayan II. Mahmud, Bektaşi mezarlarının başlarındaki kavukları da kırdırttı. Bugünkü, başsız mezar taşlarının büyük bir kısmı o dönemden kalmadır.

16 Haziran 1826'da tarihe karışan Yeniçeri Ocağı'nın yerine, Asakir-i Mansure-i Muhammediye adlı yeni bir ocak kurdu. Rusya bu durumdan yararlanarak II. Mahmud ile Akkerman Antlaşması'nı imzaladı (1826). Antlaşma hükümlerince Eflak ve Boğdan Rusya'ya bırakıldı.

Yunan ayaklanmasının bastırılmasından hoşnut olmayan İngiltere, Fransa ve Rusya devletleri Yunanistan'a muhtariyet verilmesini sağlamak için donanmalarını Yunan kıyılarına gönderdiler. Navarin Limanı'na giren birleşik donanma, burada demirlemiş Osmanlı donanmasını, top ateşine tutarak yok etti (20 Ekim 1827). II. Mahmud bu olayı protesto ederek Rusya'ya savaş açtı (1828). Rus kuvvetleri Eflak-Boğdan üzerinden ilerleyerek Tuna'yı geçti. Doğuda Kars, Aşkale, batıda Edirne, Kırklareli Ruslar tarafından alındı. II. Mahmud, Ruslarla Edirne Antlaşması'nı imzalamak zorunda kaldı (14 Eylül 1829). Fransa, Osmanlı eyaleti olan Cezayir'i aldı (1830).

Günden güne güçlenen Mısır hıdivi Mehmed Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa'yı, borçlarını ödemeyen Akka Valisi Abdullah Paşa'nın üzerine gönderdi. İbrahim Paşa, Akka, Şam, Hama, Humus'u alarak Toroslar'ı aştı. Sadrazam Mehmed Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunu Konya'da yendi. İstanbul üzerine yürüyüşe hazırlanan İbrahim Paşa Fransa'nın araya girmesiyle, II. Mahmud'la Kütahya Antlaşması'nı imzaladı (1833).

II.Mahmud bundan sonra, orduyu düzene sokmaya çalıştı. Avrupa'ya askerlik öğrenimi için öğrenciler gönderdi. Yeteri kadar güçlendiğine inanınca, Mısır meselesini halletmeye karar verdi. Bunun için Hafız Mehmed Paşa komutasındaki kuvvetleri Mısır üzerine gönderdi. Osmanlı kuvvetleri Nizip'te yenildi (24 Haziran 1839). Yenilgi haberi İstanbul'a geldiğinde II. Mahmud ölmüştü (1 Temmuz 1839).

Osmanlı Devleti'ndeki çöküşü farkeden II. Mahmud, hayatı boyunca imparatorluğu batı düzenine uydurmaya çalıştı. Böylece, olumsuz gidişi durduracağını düşünüyordu. Bunun için çıkarttığı kıyafet kanunuyla (3 Mart 1829) devlet memurlarının kavuk, sarık, şalvar ve çarık giymelerini yasakladı. Bunların yerine fes, pantalon, ceket giyilecekti. Buna karşı çıkanları şiddetle cezalandırdı. Saray yaşayışını değiştirerek Avrupalı hükümdarlar gibi davrandı; setre pantolon giydi, sakalını kısa kestirdi, resmini devlet kurumlarına astırdı. Bu değişikliklerin lüzumunu anlayamayan halk, II. Mahmud'u "gavur padişah" diyerek andı. Batılı kurumların çalışmalarından esinlenerek yalnız erkekleri belirten nüfus sayımı yaptırttı (1831). Böylece yeni kurduğu ordunun devamını sağlayacak insan ve servet durumunu öğrendi. Bu sayım sonucunda 4 milyon Hıristiyan ve 8 milyon Müslüman tespit edildi. Avrupa'nın önemli şehirlerinde daimi elçilikler kurdurttu. İlk resmi gazete olan Takvim-i Vekayi'nin çıkmasını sağladı. Avrupa hükumet düzenini benimseyerek nazırlıklar kurdu. Başvekalet, Maliye, Dahiliye, Hariciye, Evkaf nezaretleri gibi teşekküller onun emriyle kuruldu. Askeri konuları görüşmekle görevli Dar-ı Şura-yı Askeri, sivil görevlilerin yargılanması ve hükumetle halk arasında davaların görüşülmesi için Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye kuruldu. Bir fermanla ilköğrenimin zorunlu ve parasız olduğunu ilan etti. Rüştiyeler ve devlet memurlarının yetişmesi için Mekteb-i Maarif-i Adliye kuruldu. Tıbbiye ve Harbiye okulları açıldı. Bu okullar için yabancı kaynaklı eserler Osmanlıca'ya çevrildi.


IV. MUSTAFA



IV. MUSTAFA (1779 - 1808)

Osmanlı Hanedanı'ndan yirmi dokuzuncu padişah.

Babası I. Abdülhamid, annesi Ayşe Sineperver Sultan'dır. 29 Mayıs 18O7'de, amca oğlu III. Selim'in hal'inden sonra tahta çıktı. Tahta çıktıktan sonra, imzaladığı garip bir vesika ile dikkati çekti. Yeni hükümdarın, eski hükümdarı deviren ihtilalcileri ilk fırsatta yok etmesi, Osmanlı tarihinde istisnası olmayan bir vakıa idi. Asiler bunu biliyorlardı. Kendileriyle işbirliği yapmış olmasına rağmen, hanedan gayretiyle IV. Mustafa'nın bu tutumundan korkuyorlardı. Bu düşünceyle, 31 Mayısta bir vesika imzalandı. Bu vesikaya göre yeniçeriler, devlet işlerine karışmayacaklarına, padişah da buna karşılık yeniçerileri III. Selim'i deviren ayaklanmadan hiçbir şekilde sorumlu tutmayacağına söz veriyorlardı. Kabakçı Mustafa'ya "turnacıbaşı" rütbesiyle Boğaz'in Rumeli kale ve tabyaları kumandanlığı verilmişti. Ayaklanmanın hain siması Kaymakam Köse Musa Paşa, bir müddet fırsattan istifade ile şunu bunu haraca kesip servet topladıktan sonra, Bursa'ya sürüldü. 18 Haziranda, seferde olan İbrahim Hilmi Paşa, azledildi. Çelebi Mustafa Paşa, sadrazam ve serdar-ı ekrem oldu.

2 yıla yakın bir zamandan beri devam eden aleyhte gelişen Rus Savaşı, 25 Ağustosta bir mütareke yapılarak bir yıl için durduruldu. Mütareke 8 aylıktı ve Rusya, Napoleon'un baskısıyla buna mecbur olmuştu. Kabakçı Ayaklanması'nda Nizam-ı Cedid taraftarlarından ve bu hareketin başı olanlardan ele geçirilenler, ayaklananlar tarafından parçalandı ve malları yağmalandı. Ancak en değerli Nizam-ı Cedid erkanı kaçıp, Rusçuk'ta Alemdar Mustafa Paşa'ya sığındılar. Bu zatlara "Rusçuk Yaranı" adı verilmiştir. Rusçuk Yaranı'nın başına Alemdar Mustafa Paşa geçmişti. Zaten II. Selim'i seven ve Nizam-ı Cedid'e inanan paşa, ekserisi genç olan bu ateşli inkılapçıların tesiriyle bir yıl içinde bir darbe yaparak İstanbul'daki mürteci idareyi yıkmaya karar verdi. Alemdar'ın emrinde büyük kuvvetler bulunuyordu. Alemdar, cahil, fakat vatanperver, cesur ve sadık bir askerdi. Rusçuk Yaranı ise aydın ve merkezi idarede yetişmiş adamlardı. Alemdar'ın İstanbul hakkında açık bir fikri yoktu. Hayatı Tuna yalılarında geçmişti. Hezargrad ayanı iken himayesinde yetiştiği Tirsiniklioğlu İsmail Ağa'nın yerine Rusçuk ayanı olmuş, Tuna yalılarında kendini sevdirmiş, Ruslara karşı başarı göstermiş, vezaret rütbesiyle taltif edilmişti.

Cebren İstanbul'a yürüse, büyük ölçüde kan döküldükten başka , III. Selim de katledileceği için maksat gerçekleşmezdi. İstanbul hükumeti, Alemdar'ın niyetinden gafildi. Gerçek idare, şeyhülislam Topal Ataullah Efendi'nin elindeydi. Şeyhülislam ve zorbalardan, IV. Mustafa da bunalmıştı. Rusçuk Yaranı'nın bazıları, İstanbul'a geldiler. Saray ve Babıali ile gizli temaslara başladılar. Alemdar, İstanbul'a çağırılırsa zorbaları temizleyeceğinden ve IV. Mustafa'nın devlete hakim olacağından bahsettiler. IV. Mustafa Alemdar'ı İstanbul'a çağırmaya razı oldu. 28 Haziran 1808'de ordusuyla Edirne'ye gelen Alemdar, sadrazamı kandırmayı başardı. O da IV. Mustafa gibi zorba tahakkümünden ve Ataullah Efendi'nin mürteci idaresinden bıkmıştı. Alemdar, 14 Temmuzda Edirne'den İstanbul'a doğru hareket etti. Önden 80 süvari göndererek 13 Temmuz gecesi, Rumelihisarı'ndaki evinde Kabakçı Mustafa'yı bastırıp öldürttü. Çorlu konağında Kabakçı'nın kellesi Alemdar'a sunuldu. 19 Temmuzda Alemdar, İstanbul'a vardı. IV. Mustafa, Davudpaşa Sarayı'na inip Alemdar'ı kabul etti.

2 gün sonra Alemdar, Babıali'de sadrazamı ziyaret etti. Şeyhülislam Ataullah Efendi, Alemdar'ın kuvvetlerine güvenen IV. Mustafa tarafından azledildi.

İrtica hareketine karışan ilmiye mensupları, o gün ve ertesi gün, çeşitli yerlere sürülerek İstanbul'dan uzaklaştırıldılar. Bu durumda sadrazam Alemdar'a hizmetinden dolayı teşekkür edip Ruscuk'a dönmesini emretti. Bu vaziyet karşısında Alemdar Mustafa Paşa 28 Temmuz sabahı harekete geçti. 10.000 askeriyle Babıali'ye giderek, sadrazamdan zorla mühr-i hümayunu aldı. Silistre beylerbeyi ve Tuna seraskeri Alemdar Mustafa Paşa, hukuken değilse bile fiilen sadarete geçti.

Alemdar, Babıali'den Topkapı Sarayı önüne geldi. IV. Mustafa, Babıali baskısını öğrenmiş, Alemdar'ın maksadını anlamış, uğursuz tedbirlerini almıştı. Paşa IV. Mustafa'yı hemen tevkif etmek fırsatını da kullanamayarak, şeyhülislamı, tahttan vazgeçirmesi için padişaha gönderdi. Şeyhülislamın sözlerini dinlemeyen IV. Mustafa, III. Selim'le Veliaht Mahmud'un, öldürülmeleri emrini verdi. Hayatta başka Osmanoğlu bulunmadığı için, bu durum tahakkuk ederse, Alemdar, mecburen kendi hükümdarlığını kabul edecekti. Başçuhadar Gürcü Abdülfettah, İmrahor Kör Mehmed, Hazine kethüdası Ebe Selim, Tebdil Hasekisi Bağdadlı Hacı Ali ve Bostancı Deli Mustafa adlarındaki Enderun'un yüksek rütbeli görevlileri 20 kadar neferle beraber III. Selim'in dairesine girdiler. Eski hükümdarı korumak isteyen zevcesi Refet Kadı Efendi yere serilip, padişahın hizmetçilerinden Pakize Usta yaralandıktan sonra, silahı olmadığı için o sırada üflemekte olduğu neyiyle nefsini savunmaya çalışan III. Selim, sağ şakağına yediği bir kılıç darbesiyle şehid edildi. Padişahın üzerine kapanan Refet Kadın Efendi ile iki cariyeye dokunmayan katiller, daireyi terk ettiler. Alemdar Mustafa Paşa için, yapılacak bir şey yoktu. Bu durum karşısında IV. Mustafa hal'edilerek II. Mahmud tahta çıkarıldı.

IV. Mustafa, Topkapı Sarayı'nın bir dairesine gönderildi.

Alemdar, 16 Kasım günü sabahın erken saatlerinde ölmüştü. Aynı gün şeyhülislam, IV. Mustafa'nın idamı için fetva verdi II. Mahmud, ağabeyini öldürtmekte tereddüt ediyordu. Ancak eski padişahın asilerle işbirliği ettiği kesin şekilde anlaşılmıştı. Zorbalar, Sultan Mustafa'nın adını haykırmaya başlamışlardı. Bunun üzerine aynı günün gecesi Kadı Abdurrahman Paşa'nın öncülüğüyle kuşakla boğduruldu. 18 Kasımda cenazesi, babası I. Abdülhamid'in Bahçekapısı'ndaki türbesine gömüldü.

III. SELİM



III. SELİM (1761 - 1808)

Osmanlı Hanedanı'ndan yirmisekizinci Osmanlı padişahıdır.

Babası III. Mustafa, annesi Mihr-i Şah Sultan'dır. Babasının ölümüyle amcası I. Abdülhamid tahta çıkınca 13 yaşında veliahtlığa yükselmiştir.

Bu dönemde Fransa Kralı XVIII. Louis' e kadar bir çok yerli ve yabancı şahsiyetle iyi ilişkiler kurmuştur. Çok iyi hocalardan ders görmüş, bilhassa musiki alanında başarı göstermiştir. I. Abdülhamid'in ölümü üzerine III. Selim tahta çıkmıştır (8 Nisan 1789).

III. Selim, amcasının sadrazamı olan Koca Yusuf Paşa'yı, 7 Haziran 1789 tarihine kadar sadarette bıraktı; sonra Vidin seraskerliğiyle sadaretten uzaklaştırıldı. Yerine Vidin seraskeri Hasan Paşa getirildi. 3 Aralık 1789'da Rusçuk muhafızlığı ile o da sadaretten uzaklaştırıldı. Kaptan-ı derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa, sadrazam oldu; 30 Mart 1790'da Şumnu'da öldü. 3 ay sonra Cezayirli'nin yerine Rahova muhafızı Çelebizade Şerif Hasan Paşa sadrazam oldu; 15 Şubat 1791'de Şumnu'da idam edildi. Koca Yusuf Paşa, 2. defa sadarete getirildi. Bu dönemde, üç yılı aşan bir zamandır süren Osmanlı-Alman savaşı Ziştovi barış antlaşmasıyla (2 Ağustos 1791) sona erdi. Yusuf Paşa 4 Mayıs 1792'de Trabzon beylerbeyliği verilerek Anadolu'ya gönderildi. Damad Melek Mehmed Paşa, sadrazam oldu. 1787 Osmanlı- Rus savaşı da, Yaş Antlaşması'yla sona erdirildi (9 Ocak 1792).

Rus ve Alman savaşları bitince III. Selim devletin bütün müesseselerini kaplayan bir ıslahata girişti. Ancak devlet adamlarının çoğu, radikal ıslahata taraftar değillerdi. Devlet savunmasının kazandığı önem yüzünden III. Selim, Kapıkulu ocaklarına dokunmaksızın yeni bir ordu teşkiline girişti. Amacı yeni orduyu kurduktan sonra eskisini tasfiye etmekti. Fakat başta Yeniçeri ocağı olmak üzere Kapıkulları, geleceklerinin tehlikede olduğunu anlamışlardı. III. Selim, devletin ileri gelen belli-başlı şahsiyetlerinden ıslahat layihaları alarak, onların, imparatorluğun istikbali ve kalkınması üzerindeki fikirlerini öğrendi.

24 Şubat 1793'te Osmanlı tarihinde önemli bir devre başladı ve resmen "Nizam-ı Cedid" hazinesi ve defterdarlığı kurularak, ayrı ve ikinci bir Maliye nezareti halinde teşkilatlandırıldı. 1794'de Levend'de büyük bir kışla inşa edildi. Nizam-ı Cedid askerine, kırmızı ve mavi renklerle, Avrupa'dan satın alınan üniformalar giydirildi.

19 Ekim 1794'te Damad Melek Mehmed Paşa emekliye ayrıldı. Yerine İzzet Mehmed Paşa, sadrazam oldu.
Bu dönemde Osmanlı Devleti'nin meselelerinden biri de, merkezi hükumetin eyaletlerdeki otoritesinin zayıflamasıdır. Padişah fermanlarına kulak asmayan eyaletler kasabalarda "ayan" denen derebeyleri türedi; Anadolu ve Rumeli'nin geniş çevrelere hakim olmaya başladılar. Pazvandoğlu Osman Ağa adında bir yeniçeri etrafına topladığı başıbozuklarla, Osmanlı Devleti'ne uzun süre problem oldu.

Bu sırada, Napoleon Bonaparte'ın 2 Temmuz 1798'de Mısır'a saldırmasıyla, Osmanlı-Fransız savaşı başladı. Bonaparte, Mısır'ı almak, oradan Hindistan'a geçmek, İngilizlerin elindeki Hind ülkelerini fethetmek istiyordu.

Birkaç gün sonra, haftalardır Fransızları izleyen Amiral Nelson, İngiliz donanması ile İskendire'yi bastı. Ağustosun ilk günü, İskenderiye civarında Ebu Hur'da Fransız donanmasını yaktı. Donanmadan mahrum kalan Bonaparte Mısır'da haps olunmuştu.

30 Ağustos 1978'de sadrazam İzzet Mehmed Paşa, görevinden azledildi. Yerine Erzurum beylerbeyisi Yusuf Ziyaeddin Paşa sadarete getirildi.

Babıali, 2 Eylül 1798'de Fransa'ya savaş ilan etti ve Fransa ile savaş halinde bulunan İngiltere'nin müttefiki oldu. 3 Ocak 1799'da Osmanlı-Rus ve 2 gün sonra da Osmanlı- İngiliz ittifakı imzalandı.

Bonaparte, 1799 Şubatının ilk günlerinde Kahire'den hareket etti. 25 Şubatta Gazze'yi alarak Filistin'e girdi. 13 Martta, Filistin'in kuzeyinde bir liman olan ve Cezzar Ahmed Paşa tarafından savunulan Akka Kalesi önüne geldi. 21 Mayıs 1799'da Bonaparte, Akka önlerinden çekildi, kuşatmayı kaldırarak Kahire'ye döndü. Bu zafer, Cezzar Ahmed Paşa'nın adını bütün Avrupa'ya duyurdu.

Bir süre sonra Köse Mustafa Paşa, 80 Osmanlı gemisiyle İskenderiye yakınlarına 8.000 asker çıkardı. Ancak 25 Temmuzda Fransızlar tarafından bozuldu ve esir düştü. İstanbul'dan, Mısır'ı geri alacak bir ordunun hareket etmesi üzerine Bonaparte, 25 Temmuz 1799'da Mısır'dan ayrıldı ve iki gemiyle Fransa'ya döndü.

Bonaparte, Mısır'da iken, müttefik Osmanlı-Rus donanması, Fransızların Venedik'ten almış oldukları İyonya Adaları ile Epir iskelelerini ele geçirdi. 21 Mart 1800 antlaşmasına göre, Epir'deki dört iskele, başta Preveze olmak üzere Osmanlılara iade edildi, İyonya Adaları (Korfu, Zenta, Kefalonya, Aya Mavri, Cerigo vs.) ise iç çekişmelerinde bağımsız birer devlet oldu ve Osmanlı tabiyetine girdi.

1800 yılı boyunca ve ertesi yılın ilk aylarında Fransızlar, gittikçe ağırlaşan şartlar altında Mısır'ı elde tutmaya çalıştılar. Sadrazam ve serdar-ı ekrem Yusuf Ziyaeddin Paşa, Fransız ordusuna yenildi. Vezir Nasuh Paşa aynı teşebbüsü tekrarladıysa da, başaramadı. Nasuh Paşa'dan Mısır beylerbeyiği ve seraskerliği alınarak Haleb'e gönderildi. Kaptan-ı derya küçük Hüseyin Paşa'nın 70 gemisiyle İskenderiye'yi kuşatması üzerine yardım geleceği ümidini kesen Fransızlar 27 Haziran 1801'de Mısır'ın boşaltılması hakkındaki anlaşmayı imzaladılar. 24 Nisan 1805'te sadrazam Yusuf Ziyaeddin Paşa, istifa etti. Yerine kaptan-ı derya Hafız İsmail Paşa, sadrazam oldu.

Bu arada Mehmed Ali Ağa, Fransızlarla savaşmak üzere 200 gönüllünün komutan yardımcısı olarak Mısır'a ayak bastı. Bir süre sonra da bu gönüllülerin başına geçti. Az zamanda, iç durumu karışık olan Mısır'da büyük nüfuz kazandı. Babıali'nin emirlerini dinlemeyen Memluk beylerinin başlarını kestirerek İstanbul'a yolladı. Ayrıca Mısır beylerbeyisi yapılırsa Arabistan'a gidip Vehhabileri de ortadan kaldıracağını vaad etti. Bunun üzerine 8 Temmuz 1805'te vezaret payesiyle Mısır beylerbeyiliğine atandı.

III. Selim Rumeli'ndeki ayanları yola getirmek gayesiyle, Kadı Abdurrahman Paşa'yı Nizam-ı Cedid askerleriyle Konya'dan İstanbul'a çağırdı (1806).

2 Haziran 1806'da Nizam-ı Cedid askerleriyle İstanbul'a gelen Abdurrahman Paşa, 15 Temmuz 1806'da Edirne'ye doğru hareket etti. Yolda rastladığı eşkıya ve ayanı yok ediyordu. Ancak III. Selim'e Müslüman kanı döküldüğü şikayetleri yapılınca, padişah, Abdurrahman Paşa'ya geri dönmesini emretti. Bu durum, Sırpların işine yaradı. Uzun süredir Osmanlı idaresine karşı ayaklanma hazırlıkları gerçekleşme imkanı buldu. Kara Yorgi'nin başkanlığındaki Sırp ihtilalcileri, 13 Aralık 1806'da Belgrad'ı aldılar. Bu arada Kara Yorgi'yi desteklemek amacıyla Rus kuvvetleri 8 Aralık 1806'da Bender'i, 16 Aralıkta Hotin'i alarak Güney Podolya'yı istila ettiler. 1806'nın son günlerinde, Karadeniz sahillerine inerek Akkerman ile Kilye'yi ele geçirdiler. Osmanlılar Tuna deltasında Rusları yenerek durdurdular. Bundan sonra Osmanlı Devleti, 22 Aralık 1806'da Rusya'ya savaş ilan etti. Böylece Yaş Antlaşması'ndan 14 yıl sonra, yeni bir Osmanlı-Rus savaşı başladı.

14 Kasım 1806'da sadrazam Hafız İsmail Paşa azledildi. Yerine yeniçeri ağası İbrahim Hilmi Paşa sadrazam ve Rus savaşı üzerine serdar-ı ekrem oldu.

Silistre valisi Vezir Alemdar Mustafa Paşa, Bükreş yakınlarında Rusları bir daha yenince, Rus saldırısı kırıldı.

Devlet dışarıda büyük devletlerle savaşırken içerde de bir takım huzursuzluklar başlamıştı. III. Selim'in değişiklik teşebbüsleri başta yeniçeriler olmak üzere halk arasında tepkiyle karşılanmıştı. Ulema Nizam-ı Cedid askerinin pantolon giydiği için Müslüman sayılmayacağını, padişahın askerine şapka giydirmeye de karar verdiğini yayıyorlardı. Avrupa usulü olduğu pek belli olan bu inkılaplar, halkın gururuna dokunuyordu. Sadaret kaymakamı vezir Köse Musa Paşa, şeyhülislam Topal Ataullah Efendi ve veliahd Mustafa da isyancıları kışkırtıyorlardı. Bundan sonra padişahın gavur olduğunu iddia edenler de ortaya çıktı. Sonunda, 25 Mayıs 1807'de Kabakçı Mustafa adında birini reis seçen, Karadeniz Boğazı'ndaki yeniçeri yamakları ayaklandılar.

28 Mayısta III. Selim, Nizam-ı Cedid'i resmen kaldırdı. Bu geri adımı fırsat bilen yenilik aleyhtarları şeyhülislam Topal Ataullah Efendi'nin fetvası ile III. Selim'i tahttan indirdiler (28 Haziran 1807).

Hal'inden sonra III. Selim, Topkapı Sarayı'ndaki dairesine çekildi. Yerine tahta çıkan yeğeni IV. Mustafa'nın bir yıl iki aylık saltanatı boyunca musiki ile uğraşarak vakit geçirdi. Alemdar olayında IV. Mustafa'nın emriyle öldürüldü (28 Temmuz 1808).


I. ABDÜLHAMİD



I. ABDÜLHAMİD (1725 - 1789)

Osmanlı hanedanından yirmiyedinci padişahtır.

III. Ahmed'in Şermî Rabia Sultan'dan doğma oğludur. 28 Mart 1725 (5 Recep 1789)'de doğdu.

Şehzade Bayezid'in 1770'te ölümü ile veliaht oldu ve 21 Ocak 1774 (8 Zilkade 1187)'de tahta çıktı. I. Abdülhamid tahta çıktığı zaman devlet buhranlı bir vaziyette idi. Rusya ile yapılmakta olan savaş devam ediyor ve ülkenin bir çok yerinde ayaklanmalar baş göstermiş bulunuyordu. Mali sıkıntı da büyük etkisini sürdürüyordu. Savaşa devam edilmek istenildiyse de Osmanlı ordusunun Kozluca'da mağlup olması ve serdar Muhsinzade Mehmed Paşa'nın karargahı olan Şumnu'da ancak 12.000 kişi ile kalması üzerine Ruslarla barış görüşmelerine girişilerek 21 Temmuz 1774'te Küçük Kaynarca Antlaşması imzalandı. Barıştan sonra Avusturya, Osmanlı Devleti'nin zayıflığından istifade ederek Bukovina'yı işgal etti.

I. Abdülhamid, savaş esnasında memleketin çeşitli yerlerinde çıkan ayaklanmaları bastırmak ve bazı askeri ıslahat yapmak zorunda kalmış, Kaptan-ı derya Cezayirli Hasan Paşa ile Sadrazam Halil Hamid Paşa'nın bu hususlarda değerli hizmetleri görülmüştür. Hasan Paşa, Suriye, Mısır ve Mora'daki karışıklıkları yatıştırdığı gibi Halil Hamid Paşa'nın gayretiyle Rumeli'deki kaleler ve Kafkas sahilleri tahkim olunmuş, sürat topçuları çoğaltılmış, topçu, lağımcı ve humbaracıların ıslahı için Fransa'dan mühendisler getirilmiştir. Mühendishane-i Berri-i Hümayun da açılmıştır.

Bu hükümdar zamanının önemli işlerinden biri de yerli malı kullanılmasının mecburi tutulması ve terkedilmiş bir halde bulunan İbrahim Müteferrika matbaasının ihyasıdır.

Irak'ta kurulmuş olan Kölemen idaresini kaldırmak düşüncesinde olan Osmanlı Hükümeti, İran saldırısı karşısında Irak ahvalini büsbütün karıştırmamak için bu fikrinden vazgeçmiş ve Zend Kerim Han'ın ölümünden sonra yerine geçen Zeki Han zamanında İran gailesi sona erdiğinden Bağdat ve Basra eyaletleri Kölemenlerden Süleyman Ağa'ya vezaretle tevcih edilmiştir. Bu arada bahriye işlerinin bozulması ve levendlerin halka zulüm ile ortalığı kasıp kavurmaya başlamaları sonucu 1776'da Levend Teşkilatı kaldırılmıştır.

Küçük Kaynarca Antlaşması ile istiklali kabul edilen Kırım'da Rusya'nın tahrikiyle karışıklık eksik olmamış ve onun himayesiyle hanlığa Şahin Giray seçilmişti. Bu müdahaleler yüzünden yeni bir Osmanlı-Rus savaşı ihtimalleri başgösterdiği sıralarda Fransa'nm tavsiyesiyle Haliç'te Aynalıkavak kenarında bir anlaşma imzalandı (10 Mart 1779).

I. Abdülhamid'in gittikçe artan Rus tehlikesi karşısında imparatorluk hudutlarını korumak üzere Kafkasya'da bazı tedbirler aldırdığını, Soğucak ve Anapa'yı imardan başka, Çerkez kabilelerini medeniyete sokmak için Soğucak muhafızlığına Ferruh Ali Paşa'yı gönderdiğini ve paşanın bu hususta pek büyük gayretler sarfettiğini söylemek lazımdır. Ruslar, Gürcistan kralını himaye ederlerken, Babıali de buna karşılık olmak üzere Dağıstan'ı kendi tarafına çekmeye uğraşmış, Kafkasya'da bu yüzden çıkan mücadeleler, esasen Şahin Giray meselesinin ihlal ettiği Osmanlı-Rus münasebetlerini bozmuştur.

Şahin Giray'in şuursuz Rus taraftarlığı, Kırım'da ayaklanma çıkması ile sonuçlanmış ve Rusya'nın müdahalesiyle Kırım ilhak edilmişti (1784). I. Abdülhamid bu olaydan çok etkilenmesine rağmen Osmanlı ordusunun kafi derecede hazırlıklı olmadığını bildiğinden harbe girmek istemedi. Fakat sadarete geçen Koca Yusuf Paşa, Rusya ile savaşı elzem görüyordu. Öte taraftan, Avusturya ile müttefik bulunan Rusya, Osmanlı Devleti'ni yıkmak üzere açıktan açığa hazırlık yapıyordu ve Rusya İmparatoriçesi II. Katerina Avusturya İmparatoru II. Josef ile "Rum projesi" adını verdikleri bir proje hazırlamışlardı. İki hükümdarın olaylı bir şekilde Kırım'da buluşmaları üzerine Babıali daha fazla dayanamadı, Rusya'ya savaş ilan etti (1778).

I. Abdülhamid sulh taraftarlığına rağmen olup biteni kabul etmek zorunda kalmıştı. Bu 1778-1792 savaşının başında, Rus ordusu, Özi muhafızının Kılburun'a saldırısını durdurdu ve sonra da bu kaleyi kuşattı. Ruslarla müttefik olarak harbe giren Avusturya ise, Belgrad ve Sırbistan üzerine kalkıştığı hareketlerde başarı kazanamadı. İsveç'in, Osmanlı Devleti'yle birlikte Rusya'ya sefer açmasından ise önemli bir sonuç çıkmadı. Sadrazam Koca Yusuf Paşa, evvela Avusturya üzerine yürüyerek düşman topraklarına girmiş, Banat bölgesini vurmuş, II. Josef güçlükle Viyana'ya dönebilmişti. Buna karşı savaş, Rus cephesinde iyi gitmiyordu, Özi kalesini kuşatmadan kurtarmak için harcanan emekler boşa çıkmış, gönderilen donanma kaleye gerekli yardımı yapamamıştı.

İşte bu sırada, yaşı ilerlemiş ve geçirdiği saltanat devrinin felaketleriyle sıhhati bozulmuş olan I. Abdülhamid, savaşların kötüye gitmesinden büsbütün bitkin bir hale geldi. Nihayet, Özi'nin düşman eline geçtiğini bildiren sadrazam kaimesini okurken, aşırı üzüntüye kapılarak şiddetli bir felç geçirdi ve ertesi sabaha karşı öldü (28 Mart 1789).

I. Abdülhamid devrinde, göze çarpan başarısızlıklara rağmen, iyi niyet sahibi, gayretli ve dindar bir padişah olarak tanınmıştır. Şehzadeliğinde hayatı sarayda kapalı geçtiğinden tahta, yaşlı ve tecrübesiz olarak çıkmıştı. Bununla beraber, devlet işlerine yakından ilgi gösterir, her meseleyle uğraşarak fikrini vezirlerine bildirirdi. Değerli sadrazam seçmeye ve onlara selahiyet vermek suretiyle icabeden ıslahatın yapılmasına uğraşırdı. Devrinin en mühim sadrazamı Halil Hamid Paşa olduğu gibi, üzerinde en fazla nüfuz sahibi olanlar da Kara Vezir Mehmed Paşa ve şehzadeliğinde dünyaya gelen Dürrü Şehvar Hanım'ın kocası Nazif Efendi'dir.

I.Abdülhamid, saf kalpli bir kişi olduğu için şunun bunun sözlerine kapılmaktan kurtulamamış, kendisini tahttan indirmek teşebbüsünde bulunduğu hakkındaki rivayetlere inanarak Halil Hamid Paşa'yı öldürtmüştür. Kendisinin bir çok çocuğu dünyaya gelmişse de içlerinde uzun yaşayanlar azdır. Bunlar arasında tahta çıkanlar IV. Mustafa ile II. Mahmud’dur.

I.Abdülhamid hayır işlerine de önem vermiştir. Beylerbeyi'nde annesi adına bir cami, mektep vb.,kadınlarından Hümaşah'la oğlu Mehmed için de bir cami ile çeşme, Bahçekapısı'nda imaret, medrese, sebil, kütüphane ve türbe, Medine'de bir medrese yaptırmıştır. I. Abdülhamid şimdi yerinde Dördüncü Vakıf Hanı bulunan imaretinin karşısındaki türbede gömülüdür.