21 Ekim 2013 Pazartesi

Hüseyin Nihal Atsız



Hüseyin Nihal Atsız Beğ` in Hayatı
Hüseyin Nihal Atsız (12 Ocak 1905; Kadıköy, İstanbul - 11 Aralık 1975, İstanbul), Türk yazar, şair, tarihçi ve ideologdur. Nejdet Sançar'ın ağabeyidir. Yağmur Atsız ve Buğra Atsız'ın babasıdır. Rıza Nur'un mânevî oğludur.[2] Kendisini Türkçü, milliyetçi ve Turancı[3] olarak tanımlar.
 
Ailesi
 
Atsız'ın babası Gümüşhane'nin Torul kazasının Midi köyünün Çiftçioğulları ailesinden Deniz Güverte Binbaşısı Mehmet Nail Bey, annesi Trabzon'un Kadıoğulları ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Bey'in kızı Fatma Zehra Hanım'dır.
Çiftçioğulları ailesinin tesbit edilen ceddi 19. asrın başlarında yaşadığı tahmin edilen Ahmed Ağa'dır. Ahmet Ağa'nın İsmail, Süleyman, Hüseyin ve Şakir adlı dört oğlu olmuştur. İsmail Ağa'nın çocukları Midi'den, Yozgat'ın Akdağ Madeni kazasının Dayılı köyüne göçmüşlerdir. Şakir Ağa'nın evladı olup olmadığı bilinmemektedir.
Ahmet Ağa'nın üçüncü çocuğu olan Hüseyin Ağa (1832 - 1894) ise 1850-1852 şıralarında Deniz eri olarak Istanbul'a gelmiş, okumayı ve yazmayı asker ocağında öğrenmiş, askerliğinin nihayetinde de teskere bırakarak Donanma-yı Hümayun' da kalmış ve makina önyüzbaşlığına Çarkçı Kolağalığı'na terfi etmiştir.
Hüseyin Ağa'nın eşi Emine Hayriye Hanım'dır. İki çocukları olmuştur. Nevber Hanım ile Mehmet Nail Bey (1877- 1944). Mehmet Nail Bey de Osmanlı Donanması'na girmiş ve Deniz Kuvvetlerinde Deniz Güverte Binbaşılığı'ndan emekli olmuştur.
Mehmet Nail Bey'in ilk eşi 1903 yılında Yüzbaşı iken evlendiği Fatma Zehra Hanım (1884 - 1930)'dır. Fatma Zehra Hanım, Deniz Yarbayı (Bahriye Kaymakamı) Osman Fevzi Bey ile Tevfika Hanım'ın kızıdır. Osman Fevzi Bey, Trabzon'lu olup ailesi Kadıoğulları namı ile maruftur.
Mehmet Nail Bey'in ilk eşinden üç çocuğu olmuştur. 12 Ocak 1905'de Hüseyin Nihal (Atsız), 1 Mayıs 1910'da Ahmet Nejdet (Sançar) ve Aralık 1912'de Fatma Nezihe (Çiftçioğlu) dünyaya geldi.
1930 yılında ilk eşinin damar sertliğinden vefatı üzerine Mehmed Nail Bey, 1931 yılında yeniden evlenmiştir. İkinci eşinin adı da Fatma Zehra'dır. İkinci eşinden 1932 yılında Necla (Çiftçioğlu) adlı bir kızı olan Mehmed Nail Bey ikinci eşiyle geçinememiş ve iki yıl sonra ayrılmıştır.


Biyografi
 
Hüseyin Nihâl Atsız, 12 Ocak 1905'te İstanbul Kadıköy'de doğdu.
İlköğrenimini Kadıköy’deki çeşitli okullarda, orta öğrenimini Kadıköy ve İstanbul Sultanilerinde (İstanbul Lisesi) yaptı. Buradan mezun olunca Askerî Tıbbiye’ye yazıldı.
Atsız, yükseköğrenim çağına gelip Askerî Tıbbiye'ye kaydolduğu çağlarda Türkçülük fikrinin etkisi altına girmeye başladı. Ziya Gökalp'in cenaze töreninin yapıldığı günün gecesi Türkçülük fikrine karşı öğrencilerle kavga ettiği ve daha sonrasında ise aralarında bir takım problemler geçen Arap asıllı Bağdatlı Mesut Süreyya Efendi adlı bir mülazım (teğmen)'a selam vermediği gerekçesi ile 4 Mart 1925 tarihinde 3. sınıf talebesiyken Askeri Tıbbiye'den çıkarılmıştır.
Bu olaydan sonra üç ay kadar Kabataş Erkek Lisesi'nde yardımcı öğretmenlik yapan Atsız, daha sonraları Deniz Yolları'nın Mahmut Şevket Paşa adlı vapurunda kâtip muavini olarak çalışmış ve bu vapurla İstanbul-Mersin arasında birkaç sefer yapmıştır.
Üniversite Yılları ve İlk Fikirler[değiştir]
1926 yılında İstanbul Dârülfünûnu'nun Edebiyat Fakültesinin "Edebiyat Bölümü"ne ve İstanbul Dârülfünûnu'nun yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebi'ne kaydolan Atsız, bir hafta sonra askere çağırılmış, tecil isteği kabul edilmeyen Atsız askerliğini 9 ay olarak 28 Ekim 1926-28 Temmuz 1927 tarihleri arasında İstanbul'da Taşkışla'da 5. piyade alayında er olarak yapmıştır.
Ahmet Naci adlı arkadaşı ile birlikte hazırladığı 'Anadolu'da Türklere Ait Yer İsimleri' adlı makalenin Türkiyat Mecmuası nın ikinci cildinde yayınlanması ile hocası olan Mehmet Fuad Köprülü' nün dikkatini çeken Atsız, 1930 yılında Edirneli Nazmî'nin divanı üzerinde mezuniyet çalışması yapmıştır ('Divân-ı Türkî-i Basit, Gramer ve Lügati', 1930, 111 s. Türkiyat Enstitüsü Mezuniyet Tezi, no 82). Aynı yıl Edebiyat Fakültesi'nden mezun olmuştur.
Atsız'ın sınıf arkadaşları arasında Tahsin Banguoğlu, Ziya Karamuk, Orhan Şâik Gökyay, Pertev Nâilî Boratav, Nihad Sâmi Banarlı gibi isimler yeralıyordu.
Mezuniyetinden sonra Edebiyat Fakültesi Dekanı olan hocası Prof. Dr. Mehmet Fuad Köprülü, Maarif Vekâleti’nde Atsız için girişimde bulunarak, Yüksek Muallim Mektebi'ni öğrenci olarak bitirdiği için, liselerde yapması gereken 8 yıllık mecburi hizmetini affettirmiş ve 25 Ocak 1931'de Atsız'ı kendisine asistan olarak almıştır.
Atsız, yine 1931 yılında Dârülfünûnun felsefe bölümünden mezun olan ilk eşi Mehpare Hanım ile evlenmiş, ancak 1935 yılında ayrılmıştır.
Atsız, 15 Mayıs 1931'den 25 Eylül 1932 tarihine kadar Atsız Mecmua (17 sayı)'yı çıkarmaya başladı. Mehmet Fuad Köprülü, Zeki Velidi Togan, Abdülkadir İnan gibi edebiyat ve tarih bilginlerinin de içinde bulunduğu bir kadro ile yayın hayatına atılan bu Türkçü ve Köycü dergi, devrinde ilim, fikir ve sanat alanında çok tesir yaratan Türkçü bir çığır açmış, âdetâ Cumhuriyet devri Türkçülüğünün öncüsü olmuştur.
Atsız, kendini tanıtmaya başlayan ilk yazılarını (H. Nihâl) imzası ile, hikâyelerini de (Y.D.) imzasıyla, bu dergide yayınlamaya başlamıştır. 1932 Temmuzunda Ankara'da toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi esnasında, Prof. Dr. Zeki Velidi Togan'a Dr. Reşid Galib'in yaptığı eleştiriler üzerine Atsız, içerisinde ikinci eşi Bedriye Atsız ile Pertev Nâilî Boratav' ın da bulunduğu 8 arkadaşı ile, Dr. Reşid Galib'e "Zeki Velîdî'nin talebesi olmakla iftihar ederiz" diyen bir protesto telgrafı çekmiş ve bu telgraf üzerine de Reşid Galib'in tepkisini üzerine çekmiştir.
19 Eylül 1932'de Reşid Galib, Maarif Vekili olmuştu. Kısa bir süre sonra da Mehmet Fuad Köprülü'nün dekanlıktan ayrılması üzerine Edebiyat Fakültesi Dekanlığı'na vekâleten bakan Ali Muzaffer Bey asâleten tâyin edilmiştir.Reşid Galib, Atsız Mecmuanın 17. sayısındaki 'Dârülfünûn'un kara, daha doğru bir tabirle, yüz kızartacak listesi' adlı makalesi nedeniyle Edebiyat Fakültesi Dekanı'na baskı yaparak, 13 Mart 1933 tarihinde Atsız'ın üniversite asistanlığına son vermiştir.
Üniversiteden çıkarılmasından birkaç gün sonra Atsız, Edebiyat Fakültesi'nin Dekanı'nı Tokatlıyan Otelin'deki bir çayda yakalayıp yüzlerce kişinin önünde tokatlamıştır. Atsız'a bu hadise için hiç bir şekilde tepki gösterilmemiştir.

Memuriyet Zamanları
Üniversite asistanlığından çıkarılan Atsız, Malatya Ortaokulu'na Türkçe öğretmeni olarak tayin edilmiştir, Malatya'da kısa bir müddet (8 Nisan 1933-31 Temmuz 1933) Türkçe öğretmenliği yapan Atsız, Edirne Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayin edilmiştir. Atsız'ın Edirne'deki edebiyat öğretmenliği de 3-4 ay kadar kısa bir müddet devam etmiştir. (11 Eylül 1933-28 Aralık 1933).
Atsız, Edirne'de iken Atsız Mecmuanın devamı mahiyetindeki Aylık Türkçü Dergisi olan Orhun (5 Kasım 1933-16 Temmuz 1934, sayı 1-9' u yayımlamıştır. Orhun dergisinde, Türk Tarih Kurumu tarafından çıkarılan ve liselerde ders kitabı olarak okutulan dört ciltlik tarih kitaplarında bulunduğunu iddia ettiği yanlışları ağır bir şekilde eleştirdiği için 28 Aralık 1933'te bakanlık emrine alınmıştır ve Orhun dergisi de 9. sayısında Bakanlar Kurulu kararı ile kapatılmıştır.
Dokuz ay bakanlık emrinde kalan Atsız, 9 Eylül 1934 tarihinde Kasımpaşa'daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu'na Türkçe öğretmeni olarak tayin olunmuştur.
Şubat 1936 tarihinde ikinci eşi olan Bedriye Hanım ile evlenen Atsız'ın bu evlilikten 4 Kasım 1939 tarihinde Yağmur Atsız ve 14 Temmuz 1946 tarihinde de Buğra Atsız adlı iki oğlu olmuştur. Atsız, ikinci eşi Bedriye Atsız'dan da Mart 1975 tarihinde ayrılmıştır.
Atsız, Kasımpaşa'daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu'nda Türkçe öğretmeni olarak 4 yıl kadar çalışmış ve 1 Temmuz 1938 tarihinde bu görevinden ihraç edilmiştir.
Bunun üzerine Özel Yüce-Ülkü Lisesi'ne geçen Atsız, burada 1937 yılından 1939 yılının Haziranının sonuna kadar edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Atsız, 19 Mayıs 1939 ile 7 Nisan 1944 tarihleri arasında yine özel bir lise olan Boğaziçi Lisesi'nde edebiyat öğretmenliğinde bulunmuştur.
Atsız, Boğaziçi Lisesi'nin Türkçe öğretmeni iken Basın ve Yayın Genel Müdürü Selim Sarper'in de teşvikiyle Orhun dergisini (1 Ekim 1943-1 Nisan 1944, sayı:10 ile 16 arası, 7 sayı) yeniden yayınlamaya başlamıştır.
 
1944 Irkçılık-Turancılık Davası
 
II. Dünya Savaşı sürerken Türkiye'de komünist faaliyetlerin arttığını düşünen Atsız, Orhunun Mart 1944'te yayınlanan 15. sayısında, daha önce 5 Ağustos 1942 tarihli meclis konuşmasında "Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir" diyen devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na hitaben bir açık mektup yayınlamıştır.
Atsız, Nisan 1944'te yayımlanan 16. sayıda, Şükrü Saraçoğlu'na hitaben ikinci açık mektubunu yayınlayarak Giritli Ahmed Cevat Emre, Pertev Nâilî Boratav, Sabahattin Ali ve Sadrettin Celâl Antel'in Marksist faaliyetlerde bulunduklarını ve Milli Eğitim Bakanı'nın "komünistleri kolladığını" ileri sürerek devrin Millî Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel'i istifaya çağırmıştır. Bu ikinci açık mektup, Türkçü çevreler içinde büyük bir galeyana sebep olmuş, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok şehirde, komünizm aleyhinde gösteriler yapılmaya başlanmıştır.
Bunun üzerine Hasan Ali Yücel, 7 Nisan 1944 tarihinde Atsız'ın Boğaziçi Lisesi'ndeki edebiyat öğretmenliğine son vermiş, ama aynı zamanda Sadrettin Celal Antel de İstanbul Üniversitesi'denki görevinden bakanlık hizmetine alınmıştır.
Orhun dergisi de Bakanlar Kurulu kararı ile yeniden kapatılmış, bu arada Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, Ankara Musiki Muallim Mektebi öğretmeni Sabahattin Ali'yi Atsız aleyhine hakaret davası açmaya teşvik etti. Sabahattin Ali'nin arkadaşı ve Atsız'ın da yakın arkadaşı olan Ankara Musiki Muallim Mektebi Müdürü Orhan Şaik Gökyay'ın arabuluculuğuna rağmen dava açmak zorunda kaldı. Aleyhine dava açılan Atsız, trenle Ankara'ya gitmiş ve Türkçü gençler tarafından istasyonda karşılanarak bir otelde misafir edilmiştir.
Hakaret davasının 26 Nisan 1944 günü yapılan ilk oturumu olaylı geçmiştir. Bunun üzerine 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan ikinci oturuma üniversite öğrencileri alınmamış, bu yüzden de öğrenci gösterileri olmuş ve yüzlerce kişi tutuklanmıştır.
Davanın 9 Mayıs 1944 günü yapılan karar oturumunda, Sabahattin Ali'ye "vatan haini" dediği için 6 aya mahkûm edilen Atsız'ın cezası hâkim tarafından "milli tahrik" gerekçesi ile 4 aya indirilmiş ve 4 aylık bu ceza da ertelenmiştir.
Atsız, cezasının ertelenmesine rağmen 9 Mayıs 1944 tarihinde mahkemenin kapısından çıkarken tevkif edilmiştir.
19 Mayıs 1944 törenlerinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını ağır şekilde eleştiren nutkunu söylemiş ve bu nutuk üzerine de Atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılanmaya başlanmışlardır. Aralarında Alparslan Türkeş gibi subay, üniversite profesörü, öğretmen, doktor ve üniversite öğrencilerinin de bulunduğu sanıklar, sorguya çekilmişler; Atsız dahil sanıklar, daha sonra tabutluk diye adlandırılan hücrelerde işkence gördüklerini belirtmişlerdir. 7 Eylül 1944 günü yargılama başlamış, 'Irkçılık-Turancılık davası' adı verilen ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eden mahkeme, 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanmış ve Atsız 6,5 yıl hapse mahkûm olmuştur.
Atsız, bu kararı temyiz etmiş ve Askerî Yargıtay, 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nin kararı esastan bozmuştur. Böylece Atsız, bir buçuk yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilmiştir.
5 Ağustos 1946 tarihinde 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nde tutuksuz olarak başlayan Atsız ve arkadaşlarının davası (bu dava Kenan Öner-Hasan Ali Yücel davası adı ile tanınmıştır), 31 Mart 1947 tarihinde sonuçlanmış ve 29 oturum devam eden mahkemede bütün sanıkların beraatına karar verilmiştir.
 
Mahkeme Sonrası Fikirlerini Yayması
Nisan 1947'den Temmuz 1949'a kadar kendisine iş verilmeyen Atsız, Ekim 1945-Temmuz 1949 tarihleri arasında geçinmek için kitaplarından bazılarını satmak zorunda kalmıştır. Bir müddet Türkiye Yayınevi'nde çalışan Atsız, Türk-Rus savaşlarının özeti olan "Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir" adlı kitabını da Sururi Ermete adlı şahsın adı ile yayınlamak zorunda kalmıştır.
Atsız'ın sınıf arkadaşlarından Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu Millî Eğitim Bakanı olunca, Atsız'ı 25 Temmuz 1949'da Süleymaniye Kütüphânesi'ne "uzman" olarak tayin etmiştir.
Bir müddet bu vazifede çalışan Atsız, Demokrat Parti'nin iktidara gelmesinden sonra 21 Eylül 1950'de Haydarpaşa Lisesi Edebiyat Öğretmenliği'ne tayin olmuştur.
4 Mayıs 1952 tarihinde Ankara Atatürk Lisesi' nde vermiş olduğu "Türkiye'nin Kurtuluşu" konulu bir konferans üzerine Cumhuriyet Gazetesi, Atsız'ın aleyhine haberler yayımlamıştır. Hakkında bakanlık tarafından soruşturma açılan Atsız'ın konuşmasının bilimsel olduğu tespit edilmiştir. Fakat Atsız 13 Mayıs 1952 tarihinde Haydarpaşa Lisesi'ndeki edebiyat öğretmenliği görevinden "muvakkat" kaydı ile alınarak yine Süleymaniye Kütüphânesi' ndeki görevine tayin edilmiştir.
31 Mayıs 1952 tarihinden itibaren emekliliğini istediği 1 Nisan 1969 tarihine kadar Süleymaniye Kütüphânesi'nde çalışan Atsız'ın en uzun süreli memuriyeti bu kütüphânedeki memuriyet olmuştur.
Atsız, 1950-1952 yıllarında yayımlanan haftalık Orkun dergisinin başyazarlığını yaptı. 1962'de kurulan Türkçüler Derneği’ nin genel başkanlığını üstlendi. 1964'ten vefatına kadar Ötüken dergisini yayımladı.
Devrin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Gaziantep' e giderken bir işçinin kendisine "idareciler Araplara toprak veriyorlar, biz Türklere vermiyorlar" sözlerine karşılık, "Türk topraklarında yaşayan herkes Türk’tür." demiş; Atsız bunun üzerine, Ötüken in Nisan 1967'de yayınlanan 40, sayısından itibaren "Konuşmalar, 1" (Sayı 40), "Konuşmalar, II" (Sayı 41), "Konuşmalar, III" (Sayı 43), "Bağımsız Kürt Devleti Propagandası" (Sayı 43), "Doğu mitinglerinde perde arkası" (Sayı 47) ve "Satılmışlar-Moskof uşakları" (Sayı 48) adlarıyla yayınladığı seri makalelerinde, Marksistlerin Doğu bölgelerinde gizli çalışmalarda bulunduklarını iddia etmişti. Bu makaleler hakkında savcılıkça soruşturma açılmış fakat Atsız'a hiç bir suçlamada bulunulmamıştır.
Ancak bu yazılar üzerine, Ankara sokaklarında Atsız aleyhine hazırlanmış, ayrılıkçılığı ilan eden bildiriler dağıtılmış ve aynı günlerde Adalet Partisi Diyarbakır senatörlerinden biri, Senato kürsüsünden Atsız aleyhine ağır bir konuşma yapmıştır.
Hasan Dinçer'in Adalet Bakanı olduğu dönemde, bakanlık tahkikat açmış ve Atsız mahkemeye verilmiştir. Davanın devam ettiği 6 yıl içerisinde 12 Mart (1971) muhtırası verilmiş ve arkasından sıkıyönetim ilân edilmiştir.
Uzun duruşmalardan sonra mahkeme, Ötükenin sahibi Atsız'ı ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Mustafa Kayabek'i 15'er ay hapse mahkûm etmiştir. Mahkeme başkanının karara katılmadığı ve 2-1'lik ekseriyetle verilen bu karar, temyiz edilince Yargıtay tarafından bozulmuştur. Fakat aynı mahkeme 2-1'lik kararda ısrar edince, Yargıtay kararı onaylamıştır. Atsız ve Mustafa Kayabek "Tashih-i karar" isteğinde bulunmuşlar ancak bu istekleri mahkemece kabul edilmemiştir. Böylece mahkûmiyet kararı kesinleşmiştir.
Kronik enfarktüs, yüksek tansiyon ve ağır romatizmadan rahatsız olduğu için Haydarpaşa Numune Hastanesi'ne yatan Atsız'a, Haydarpaşa Numune Hastanesi tarafından "Cezaevine konulamayacağı" kaydı bulunan rapor verilmiştir. Ancak 4 aylık bir rapor Adlî Tıp tarafından kabul edilmemiş ve "reviri olan cezaevinde kalabilir" şeklinde değiştirilmiştir.
Bunun üzerine infaz savcılığı 14 Kasım 1973 Çarşamba günü sabahı Atsız'ı evinden aldırarak Toptaşı Cezaevi'ne sevk etmiştir. 40 kişilik adi suçlular koğuşuna konulan Atsız, bir müddet sonra reviri olan Sağmalcılar Cezaevi'ne nakledilmiştir.
Atsız, kesinleşen 1,5 yıllık cezasını çekmek için hapse girince, üniversite hocaları ve öğrencilerinden oluşan bir grup Cumhurbaşkanı'na başvurup Atsız'ın affını istemiştir.
Atsız, suç işlemediğini belirterek bizzat af talep etmediği halde, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, kendi yetkisini kullanarak Atsız'ın cezasını affetmiştir.
22 Ocak 1974'te Bayrampaşa Cezaevi'nden tahliye edilen Atsız, 1,5 yıllık cezasının 2,5 ay kadarını cezaevinde geçirmiştir.
İbnülemin Mahmut Kemal İnal'ın tarifi ile "Atlıyı atından indirecek derecede şiddetli yazılar yazan Atsız, ateşli ve keskin bir üslûba sahip idi.
 
 
Ölümü
Atsız, 1975 yılının kasım ayının ortalarında hasta olduğundan şüphelenmiş, ancak yapılan muayene ve testler sonucunda bir hastalık bulunamamıştır. 10 Aralık 1975 Çarşamba gününün akşamı kalp krizi geçirmiş, gelen doktor enfarktüs olduğunu anlayamamıştır. Ertesi akşam Atsız yeni bir kriz geçirmiş, 11 Aralık 1975 Perşembe günü vefat etmiştir.
13 Aralık 1975 tarihinde Kurban Bayramı'nın ilk günü Kadıköy Osmanağa Câmii'nde Kılınan ikindi namazını müteakip Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilmiştir.
 
Eserleri
 
Türkçülüğün öncülerinden olan Nihâl Atsız, Turancı çevreler tarafından aynı zamanda güçlü bir Türkolog olarak kabul edilir. Bu çevrelere göre Türk dilini, tarihini ve edebiyatını gayet iyi bilen Atsız, özellikle Türk tarihinin Göktürk kısmında uzmanlaşmıştı. Çok sevdiği bu devreyi Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor adlı iki eser ile romanlaştırmıştır. Deli Kurt adlı romanı Osmanlı tarihinin ilk devrelerinin romanlaştırılmış şeklidir. Ruh Adam 'daki Selim Pusat'ın şahsiyetinde Atsız'ı görürüz. Ruh Adam 'ın devamı olarak Yalnız Adam 'ı yazacağını söylüyordu. Yine yazacağını bildirdiği bir eseri de Bozkurtlar serisi'nin 3. cildi idi. Yayınlanmamış eserlerinin içerisinde II. Mahmut'tan Günümüze Kadar Osmanlı Hanedanı Tarihi adlı bir eseri de vardır. Nihâl Atsız'ın şiirleri Yolların Sonu adı ile kitap halinde basılmıştır.



Romanları
Dalkavuklar Gecesi, İstanbul 1941. ISBN 978-975-437-804-7
Bozkurtların Ölümü, İstanbul 1946. ISBN 978-975-437-800-9
Bozkurtlar Diriliyor, İstanbul 1949. ISBN 978-975-437-800-9
Deli Kurt, İstanbul 1958. ISBN 978-975-437-801-6
Z Vitamini, İstanbul 1959. ISBN 978-975-437-804-7
Ruh Adam, İstanbul 1972. ISBN 978-975-437-802-3

Öyküleri
'Dönüş', Atsız Mecmua, sayı.2 (1931), Orhun, Sayı.10 (1943)
'Şehidlerin Duası', Atsız Mecmua, Sayı.3 (1931), Orhun, Sayı.12 (1943)
'Erkek Kız', Atsız Mecmua, Sayı.4 (1931)
'İki Onbaşı, Galiçiya...1917...', Atsız Mecmua, Sayı.6 (1931), Çınaraltı, Sayı.67 (1942), Ötüken, Sayı.30 (1966)
'Her Çağın Masalı: Boz Oğlanla Sarı Yılan', Ötüken, Sayı.28 (1966)

Şiirleri
Yolların Sonu, (Bütün şiirlerinin toplandığı kitap) İstanbul 1946. ISBN 978-975-437-806-1
Afşın'a Ağıt
Aşkınla
Ay Yüzlü Güzel Konçuy
'Asker Kardeşlerime', Atsız Mecmua, Sayı.2 (1931), 'Boz kurt' imzasıyla Ergenekon, Sayı.3 (1938)
'Ayrılık', Atsız Mecmua, Sayı.17 (1932)
'Bahtiyarlık', Kopuz, Sayı.10 (1944)
'Bugünün Gençlerine', Atsız Mecmua, Sayı.1 (1931), 'Boz kurt' imzasıyla Ergenekon, Sayı.1 (1938)
'Bugünün Gençlerine' (başlıksız), Atsız Mecmua, Sayı.16 (1932)
Davetiye
Dosta Sesleniş
'Dünden Sesler: Yarın türküsü', Orkun, Sayı.53 (1951)
'Dünden Sesler: Koşma', Orkun, Sayı.58 (1951)
'Dün Gece', Orhun, Sayı.1 (1933)
Eski Bir Sonbahar
Gel Buyruğu
Geri Gelen Mektup, Orkun, Sayı.44 (1951)
'Hatıralar', Çınaraltı, Sayı.2 (1941)
Kader
Kağanlığa Doğru
Kahramanların Ölümü
Kahramanlık
Karanlık
Kardeş Kahraman Macarlar
Korku
'Koşma', Atsız Mecmua, Sayı.2 (1931)
'Koşma' (başlıksız), Atsız Mecmua, Sayı.12 (1932)
'Kömen', Ötüken, Sayı.2 (1964), Ötüken, Sayı.28 (1966), Ötüken, Sayı.95 (1971)
'Macar İhtilâlcileri', Ötüken, Sayı.79 (1970)
'Macar İhtilâlcileri', Ötüken, Sayı.82 (1970)
'Muallim Arkadaşlarıma', Atsız Mecmua, Sayı.5 (1931)
Mutlak Seveceksin
'Nejdet Sançar'a Ağıt', Ötüken, Sayı.138 (1973)
'O Gece', Orhun, Sayı.2 (1933)
Özleyiş
Sarı Zeybek
Selam
Sona Doğru
'Şehit Tayyareci Erkânıharp Yüzbaşı Kâmi'nin Büyük Hatırasına', Atsız Mecmua, Sayı.6 (1931)
'Şiir' (başlıksız), Atsız Mecmua, Sayı.8 (1931)
'Şiir' (başlıksız), Orhun, Sayı.3 (1934)
Topal Asker, Atsız Mecmua, Sayı.4 (1931), Kopuz, Sayı.4 (1943)
'Toprak-Mazi', Atsız Mecmua, sayı.14 (1932), Kopuz, Sayı.3 (1943)
Türk Gençliğine
Türk Kızı, Tanrıdağ, Sayı.4 (1942)
'Türkçülük Bayrağı', Ötüken, Sayı.119-120 (1973)
Türkistan İhtilalcilerinin Türküsü
'Türklerin Türküsü', Atsız Mecmua, Sayı.3 (1931), 'Boz kurt' imzasıyla Ergenekon, Sayı.2 (1938)
Unutma
'Varsağı' (başlıksız), Atsız Mecmua, Sayı.9 (1932), Atsız Mecmua, Sayı.10 (1932), Atsız Mecmua, Sayı.17 (1932)
Yakarış I
Yakarış II
Yalnızlık
'Yarının Türküsü', Çınaraltı, Sayı.10 (1941)
Yaşayan Türkçülere Ağıt
Yolların sonu, Atsız Mecmua, Sayı.17 (1932)

Diğerleri
Divan-ı Türk-i Basit, Gramer ve Lugati, Mezuniyet Tezi, Türkiyat Enstitüsü, no. 82, 111 s. (İstanbul, 1930)
"Sart Başı"na Cevap, İstanbul, 1933.
Çanakkale'ye Yürüyüş, İstanbul, 1933.
XVIıncı asır şairlerinden Edirneli Nazmî'nin eseri ve bu eserin Türk dili ve kültürü bakımından ehemmiyeti, İstanbul, 1934.
Komünist Don Kişot'u Proleter Burjuva Nâzım Hikmetof Yoldaşa, İstanbul, 1935.
Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar, I. Bölüm, İstanbul, 1935.
XVinci asır tarihçisi Şükrullah, Dokuz Boy Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi, İstanbul, 1939.
Müneccimbaşı, Şeyh Ahmed Dede Efendi, Hayatı ve Eserleri", İstanbul, 1940.
900. Yıl Dönümü (1040-1940), İstanbul, 1940.
İçimizdeki Şeytanlar (Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan eserini eliştirmek için yazılmıştı), İstanbul, 1940.
Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1940.
En Sinsi Tehlike (Faris Erman'in 'En Büyük Tehlike'ye karşılık vermek için yazılmıştı), İstanbul, 1943.
Hesap Böyle Verilir (Reha Oğuz Türkkan'a hitaben yazılmıştı), İstanbul, 1943.
Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir (İ.Süruri Ermete: Üçüncü dereceden harb malûlü piyade subayı imzasıyla yayımlanmılştı), İstanbul, 1943.
'Ahmedî, Dâstân ve tevârîh-i mülûk-i Âl-i Osman', Osmanlı Tarihleri I, İstanbul, 1949.
'Şükrüllah, Behcetü't tevârîh', Osmanlı Tarihleri I, İstanbul, 1949.
'Âşıkpaşaoğlu Ahmed Âşıkî, Tevârîh-i Âl-i Osman', Osmanlı Tarihleri I, İstanbul, 1949.
Türk Ülküsü, İstanbul 1956.
Osman (Bayburtlu), Tevârîh-i Cedîd-i Mir'ât-i Cihân, İstanbul, 1961.
Osmanlı Tarihine Ait Takvimler I, İstanbul, 1961.
Ordinaryüs'ün Fahiş Yanlışları (Ali Fuat Başgil'e cevap), İstanbul 1961.
Türk Tarihinde Meseleler, Ankara, 1966.
Birgili Mehmed Efendi Bibliyografyası, İstanbul, 1966.
İstanbul Kütüphanelerine Göre Ebüssuud Bibliyografyası, İstanbul 1967.
Âlî Bibliyografyası, İstanbul, 1968.
Âşıkpaşaoğlu Tarihi, İstanbul, 1970.
Evliya Çelebi Seyahatnâmesi'nden Seçmeler I, İstanbul 1971.
Evliya Çelebi Seyahatnâmesi'nden Seçmeler II, İstanbul 1972.
Oruç Beğ Tarihi, İstanbul, 1973.

Makaleleri
(Ahmed Naci ile birlikte) 'Anadolu'da Türklere ait yer isimleri', Türkiyat Mecmuası, Sayı.2 (1928)
'Türkler Hangi Irktandır?', Atsız Mecumua, Sayı.1 (1931)
'"İzmirden Sesler" hakkında', Atsız Mecmua, Sayı.4 (1931)
'"İzmirden Sesler" hakkında', Atsız Mecmua, Sayı.5 (1931)
'Hindenburgun Sözleri', Atsız Mecmua, Sayı.8 (1931)
'Bugünün Meseleleri: Aynı Tarihî Yanlışlığa Düşüyor Muyuz?', Atsız Mecmua, Sayı.11 (1932)
'Bugünün Meseleleri: Aynı Tarihî Yanlışlığa Düşüyor Muyuz?', Atsız Mecmua, Sayı.12 (1932)
'Bugünün Meseleleri: Millî Seciye Buhranı', Atsız Mecmua, Sayı.14 (1932)
'Türk Vatanını PeşkEş Çekenlere', Atsız Mecmua, Sayı.15 (1932)
'Sadri Etem Bey'e Cevap', Atsız Mecmua, Sayı.16 (1932)
'Bugünün meseleleri: Askerlik aleyhtarlığı', Astız Mecmua, Sayı.17 (1932)
'Darülfünunun Kara -daha doğru bir tabirle- Yüz Kızartacak Listesi, Atsız Mecmua, Sayı.17 (1932)
'Vâlâ Nurettin Beyden Bir Sual', Atsız Mecmua, Sayı.17 (1932)
('Çiftçi-Oğlu H. Nihâl' imzasıyla) 'Dede Korkut Kitabı hakkında', Azerbaycan Yurt Bilgisi, c.1 (1932)
'Kuş Bakışı: Orhun', Orhun, Sayı.1 (1933)
'Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar I. Türkeli, II. İlk Türkler', Orhun, Sayı.1 (1933)
'En Eski Türk müverrihi: Bilge Tonyukuk', Orhun, Sayı.1 (1933)
'Kuş bakışı: Türk Dili', Orhun, Sayı.2 (1933)
'Türk Tarihi Üzerine Toplamalar III. Yabancıların Türkeline Saldırışı, IV.Milâttan Önceki 5-4üncü Asırlarda Türkeline Doğudan Çinlilerin, Batıdan Yunanlıların Saldırışı', Orhun, Sayı.2 (1933)
'X meselesi', Orhun, Sayı.3 (1934)
'Haddini Bil!', Orhun, Sayı.3 (1934)
'Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar: V. Milâttan Önce 3-2nci Asırlarda Türkler Arasında Dahilî Savaşlar', Orhun, Sayı.4 (1934)
'Edirne Mebusu Şeref Bey'e Cevap', Orhun, Sayı.4 (1934)
'Ahmet Muhip Bey'e Cevap', Orhun, Sayı.4 (1934)
'Şarkî Türkistan', Orhun, Sayı.4 (1934)
'Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar: VI. Kun Devletinin Dahilî Teşkilâtı, VII. Kun (Oğuz) Sülâlesi Devrinde Türk Birliği', Orhun, Sayı.4 (1934)
'Komünist, Yahudi ve Dalkavuk', Orhun, Sayı.5 (1934)
'İkinci Türk Müverrihi: Yulıg Tigin', Orhun, Sayı.5 (1934)
'Alaylı Âlimler', Orhun, Sayı.5 (1934)
'Edirne Mebusu Şeref ve Hakimiyeti Milliye Muharriri A. Muhip Beylere Açık Mektup', Orhun, Sayı.5 (1934)
'Alaylı Âlimlerden Sadri Maksudi Bey'e Bir Ders', Orhun Sayı.6 (1934)
'Cihan Tarihinin En Büyük Kahramanı: Kür Şad', Orhun, Sayı.6 (1934)
'Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar' Orhun, Sayı.6 (1934)
'Edirne Mebusu Şeref Bey'e İkinci Mektup', Orhun, Sayı.6 (1934)
'Gaza Topraklarının Gazi ve Şehit Çocukları', Orhun, Sayı.7 (1934)
'Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar', Orhun, Sayı.7 (1934)
'Edebiyat Fakültesi Talebe Cemiyetinin Değerli Bir İşi', Sayı.7 (1934)
'Baş Makarnacının Sırtı Kaşınıyor' (Benito Mussolini'ye hitaben yazılmıştı), Orhun, Sayı.7 (1934)
'İnkilâp Enstitüsü Dersleri', Orhun, Sayı.7 (1934)
'Musa'nın Necip (!) Evlâtları Bilsinler Ki:' (Yahudilere kasten yazılmıştı), Orhun, Sayı.7 (1934)
'Tavzih', Orhun, Sayı.7 (1934)
Yirminci Asırda Türk Meselesi I. Türk Birliği', Orhun, Sayı.8 (1934)
'Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar', Orhun, Sayı.8 (1934)
'Kanun Ahmet Muhip Efendiyi Çarptı', Orhun, Sayı.8 (1934)
'Moyunçur Kağan Âbidesi, Orhun, Sayı.8 (1934)
'İstanbulun Fethi Yılına Ait Bir Mezar Taşı', Orhun, Sayı.8 (1934)
'Yirminci Asırda Türk Meselesi II. Türk Irkı = Türk Milleti', Orhun, Sayı.9 (1934)
'Türk Tarihi Üzerine Toplamalar', Orhun, Sayı.9 (1934)
'16ncı Asır Şâirlarinden Edirneli Nazmî ve Bu Eserin Türk Dili ve Kültürü Bakımından Ehemmiyeti', Orhun, Sayı.9 (1934)
(Nâmık Kemâl Hakkındaki Fikirleri), 'Namik Kemal', Millî Türk Talebe Birliği, Sayı.3 (1936)
On Beşinci AsIra Ait Bir Türkü, Halk Bilgisi Haberleri, Yıl.7, Sayı.84 (1938)
'Dede Korkut', Yücel, C.VIII, Sayı.84 (1939)
'Cihan Tarihinin En Büyük Kahramanı: Kürşad', Kopuz, Sayı.3 (1939)
('Çiftçi-oğlu' imzasıyla) 'Atalarımızdan Kalan Eserleri Yıkmak Vatana İhanettir', Kopuz, Sayı.5 (1939)
'Türk Tarihine Bakışımız Nasıl Olmalıdır?', Çınaraltı, Sayı.1 (1941)
'Koca Ragıp Paşa, Haşmet ve Fıtnat Hanım Arasında Şakalar', Çınaraltı, Sayı.3 (1941)
'Dilimizi Türkçeleştirmek İçin Amelî Yollar', Çınaraltı, Sayı.5 (1941)
'Türk Ahlâkı', Çınaraltı, Sayı.7 (1941)
'10 İlkteşrin 1444 Varna meydan savaşı', Çınaraltı, Sayı.15 (1941)
'Büyük Günler', Çınaraltı, Sayı.16 (1941)
'İki Mühim Eser', Çınaraltı, Sayı.17 (1941)
'En Eski Zamana Ait Türk Destanı. Alp Er Tunga Destanı', Çınaraltı, Sayı.19 (1941)
'Namık Kemal', Çınaraltı, Sayı.22 (1942)
'Mühim Bir Dergi', Çınaraltı, Sayı.27 (1942)
'Millî Şuur Uyanıklığı', Çınaraltı, Sayı.33 (1942)
'Türk Gençliği Nasıl Yetişmeli?', Çınaraltı, Sayı.35 (1942)
'İran Türkleri', Çınaraltı, Sayı.36 (1942)
'Dil Meselesi', Çınaraltı, Sayı.38 (1942)
'Rıza Nur', Çınaraltı, Sayı.42 (1942)
'Yeni Bir Selçukname', Çınaraltı, Sayı.52 (1942)
'Günümüzün Baş Müverrihi ve Büyük Bir Eseri', Çınaraltı, Sayı.58 (1942)
'Osmanlı Padişahları', Tanrıdağ, C.1, Sayı.10 (1942)
'Osmanlı Padişahları II', Tanrıdağ, C.1, Sayı.11 (1942)
'Yeni Eserler: "Adana Fethinin Destanı"', Çınaraltı, Sayı.82 (1942)
'Türk Milletinin Şeref Şehrahı', Kopuz, Sayı.1 (1942)
'Fatih Sultan Mehmet', Çınaraltı, Sayı.88 (1942)
'Azizim Tevetoğlu', Kopuz, Sayı.7 (1942)
'Türk Sazı', Türk Sazı, Sayı.1 (1942)
'Türkiyenin Millî Futbol Maçları', Türk Sazı, Sayı.1 (1942)
'Türkçülük', Orhun, Sayı.10 (1942)
'Türkçülere Birinci Teklif', Orhun, Sayı.10 (1942)
'İki Büyük Yıl Dönümü', Orhun, Sayı.10 (1942)
(İmzasız) 'Türk Gençlerine Düşündürücü Levhalar: 1', Orhun, Sayı.10 (1942)
('T. Bayındırlı' imzasıyla) 'Türkiye'nin Millî Futbol Maçları', Orhun, Sayı.10 (1942)
'Büyük Bir Yıl Dönümü', Orhun, Sayı.10 (1942)
'Türkçülere İkinci Teklif', Orhun, Sayı.11 (1942)
(İmzasız) 'Türk Gençlerine Düşündürücü Levhalar: 2. 1915 Çanakkale savaşların'ın Bilançosu', Orhun, Sayı.11 (1942)
'Türkiyenin Millî Atletizm Maçları', Orhun, Sayı.11 (1942)
'Savaş Aleyhtarlığı', Orhun, Sayı.12 (1942)
'İki Şanlı Yıl Dönümü', Orhun, Sayı.12 (1942)
'Türkçülere Üçüncü Teklif', Orhun
(İmzasız) 'Türk Gençlerine Düşündürücü Levhalar: 3', Orhun, Sayı.12 (1942)
('T. Bayındırlı' imzasıyla), 'Türkiyenin Millî Kılıç Maçları', Orhun, Sayı.12 (1942)
'Şanlı Bir Yıl Dönümü', Orhun, Sayı.13 (1944)
('T. Bayındırlı' imzasıyla) 'Türkiyenin Balkanlararası Millî Güreş Maçları', Orhun, Sayı.13 (1944)
'Türk Kızları Nasıl Yetiştirilmeli', Orhun, Sayı.13 (1944)
'Türk Gençlerine Düşündürücü Levhalar: 4', Orhun, Sayı.13 (1944)
'Türkçülere Dördüncü Teklif', Orhun, Sayı.13 (1944)
'Türkçülere Beçinci Teklif', Orhun, Sayı.14 (1944)
'Yabancı Bayraklar Altında Ölenlere Ağıt' (Stalingrad Muharebesinde şehit düşen Türk asıllı Kızıl Ordu askerleri için yazılmıştı), Orhun, Sayı.14 (1944)
'Ülküler Taarruzîdir', Orhun, Sayı.14 (1944)
'Varsağı', Orhun, Sayı.14 (1944)
'Başvekil Saracoğlu Şükrü'ye Açık Mektup (20 Şubat 1944 Pazar)', Orhun, Sayı.15 (1944)
'Başvekil Saracoğlu Şükrü'ye İkinci Açık Mektup (21 Mart 1944, Maltepe)', Orhun, Sayı.16 (1944)
Saracoğlu, 5 Ağustos 1942'de Başvekil seçildiğinde Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir diye konuştuğu için 'Türkçü Başvekil' olarak tanınıyordu.
Kaynakça
 
Kitap ve makaleler
Türk İnkılâp Enstitüsü, Irkçılık - Turancılık, Türk İnkılâp Enstitüsü, 1944.
(Haz. Erol Güngör vd.), Atsız Armağanı, Ötüken Yayınevi, 1976.
Jacob M. Landau, Pan-Turkism in Turkey : A Study of Irredentism, C. Hurst, London, 1981. 
Altan Deliorman, Tanıdığım Atsız, Orkun Yayınları, 2000.
Günay Göksu Özdoğan, "Turan"dan "Bozkurt"a : Tek Parti Döneminde Türkçülük (1931-1946), İletişim Yayınları, 2001.
Yücel Hacaloğlu, Atsız'ın mektupları, Orkun Yayınları, 2001.
(Haz. Murat Belge vd.) Modern Türkiye'de Siyasî Düşünce Cilt 4: Milliyetçilik, İletişim Yayınları, 2002.
Süleyman Tüzün, İkinci dünya Savaşı'nda Türkiye'de Dış Türkler tartışmaları (1939-1945), Fakülte Kitabevi, 2005.
Mithat Atabay, 2. Dünya Savaşı Sırasında Türkiye'de Milliyetçilik Akımları, Kaynak Yayınları, 2005.
Yağmur Atsız, Ömrümün İlk 65 Yılı, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 2005.
Osman Fikri Sertkaya, "Hüseyin Nihal Atsız".

Notlar
^ Yobazlık Bir Fikir Müstehasesidir, Nihâl Atsız, Ötüken Dergisi, 1970, Sayı: 11
^ Sinoplu ünlüler sinop.gov.tr
^ Nihal Atsız, İçimizdeki Şeytanlar Evet, övünerek söylüyorum ve tekrar ediyorum: Türkçü ve Turancı olduğum için
Nihal Atsız

Belgeseller ve TV Programları
Hüseyin Nihal Atsız (2007, TRT: 'Portreler Galerisi' programından) B.1B.2 B.3B.4
Hüseyin Nihal Atsız Belgeseli - Kazakistan Devlet Televizyonu
El Birliği Derneği'nin Hazırladığı Belgesel
Hüseyin Nihâl ATSIZ ve Irkçılık - Teke Tek Özel

Adına Düzenlenen Konferanslar
Doğumunun 100. Yılında NİHÂL ATSIZ - Türk Ocakları Ankara Şubesi

16 Temmuz 2013 Salı

TÜRK DESTANLARI

TÜRK DESTANLARI
İlk Türk Destanları
1.Altay - Yakut
Yaradılış Destanı
2.Sakalar Dönemi
a.Alp Er Tunga Destanı
b.Şu Destanı
3.Hun Dönemi
Oğuz Kağan Destanı
4.Köktürk Dönemi
a.Bozkurt Destanı
b.Ergenekon Destanı
5.Uygur Dönemi
a.Türeyiş Destanı
b.Göç Destanı

İslamiyet’in Kabulünden Sonraki Türk Destanları
1.Karahanlı Dönemi
Satuk Buğra Han Destanı
2.Kazak-Kırgız Kültür Dairesi
Manas
3.Türk-Moğol Kültür Dairesi
Cengiz-name
4.Tatar-Kırım
Timur ve Edige Destanları
5.Selçuklu-Beylikler ve Osmanlı Dönemleri
a.Seyid Battal Gazi Destanı
b.Danişmend Gazi Destanı
c.Köroğlu Destanı

15 Temmuz 2013 Pazartesi

ZİYA GÖKALP




ZİYA GÖKALP ( 1875-1924 )

Fikirle hayat arasında dinamik bir köprü kurarak Osmanlı ülkesinin kurtarılması çarelerini arayan fikir adamı... Gerçek bir idealist... İttihat ve Terakki Fırkası’nın ideologu ve toplum düzenleyicisi...

1875'de Diyarbakır'da doğdu. Babası, edebiyatı seven, mahallî gazetelere başyazı yazan Mehmet Tevfik Efendi'dir. Gökalp'in asıl adı, Mehmet Ziya'dır. Yıllar sonra, Selanik'te "Genç Kalemler" dergisini yayınladığı sırada, arkadaşı Ali Canip Yöntem'in —bir yazısına— "Gökalp" takma adını kullanması, bundan sonra adını Ziya Gökalp yapmıştır.

İlk derslerini babasından aldı. Babası gibi Gökalp de, Namık Kemal hayranı olarak yetişmiştir. Diyarbakır Askerî Rüştiyesi’ni bitirdikten sonra, Mülkiye İdadisi'nde okumasını sürdürdü. Kendi kendisine Fransızca öğrendi. Amcasından, Arapça ve Farsça dersler aldı. Tasavvuf felsefesini, İslâm tarihini öğrendi. 24 yaşlarında iken bir bunalım geçirdi ve tabancayı alnına dayayarak intihar etmeyi denedi. Ölmedi. Fakat ondan sonraki hayatı sürekli çalışmalar içinde geçmiştir.

MEŞRUTİYET YANLISI İDİ
Yüksek öğrenimini yapmak için İstanbul'a geldiği yıllar, Albülhamid'in saltanatı günlerine rastlıyordu. Yüksek okullarda Abdülhamit düşmanlığı moda idi. Ayrıca, Gökalp, Namık Kemal hayranı olduğu için, meşrutiyet yanlısı idi. O yıllarda kurulan İttihat ve Terakki gizli cemiyetine girdi. Bütün heyecanı ile ittihatçılığa sarıldı. Diyarbakır'daki bir arkadaşına yazdığı mektup, polisin eline geçince, okuldan çıkarıldı. Dokuz ay hapis yattıktan sonra tekrar Diyarbakır'a döndü (1898).

1908 Devrimi olunca, Diyarbakır'da "Dicle" adlı bir gazete çıkarmaya başladı. Gençleri etrafına toplayarak onları yetiştirmeye çalıştı. Bu sırada, İttihat ve Terakki Fıkrası'nın merkezi olan Selanik'te Gökalp'i genel merkez üyeliğine aldılar, ve sanat-fikir çalışmalarını kendisine bağladılar.

«TÜRKÇELEŞMİŞ TÜRKÇE» KURALINI GETİRDİ
Ziya Gökalp, başta Ali Canip Yöntem ve Ömer Seyfettin olmak üzere genç hikâyeci ve şairleri etrafına toplayarak "Genç Kalemler" adiyle bir dergi kurdu ve ilk sayısını 11.Nisan 1911'de yayınladı. Bu dergi, Türk edebiyatında ve Türk dili tarihinde önemli görevler yapmıştır. O zamana kadar kullanılan terkipli Osmanlıca dili bırakılmış, günlük konuşma diline dönülmüştü. Yâni, Şinasi'nin başlattığı sadelik hareketi, bu kadro tarafından yeniden ele alınıyordu ve akım haline getiriliyordu.

Genç Kalemler'in sade dili, edebiyat çevrelerinde, önceleri yadırgandı. Fakat gençlik, dergiyi beğenmiş ve dili benimsemişti. Edebiyat dünyası, Osmanlıca yazanlarla Türkçe yazanlar diye ikiye bölündü. Gökalp, dil konusunda ileri gitmiyor, "Türkçelesmiş Türkçe" kuralını getiriyordu. Halkın diline geçmiş yabancı kelimeler de yazı dilinde kullanılacaklar, fakat söylendikleri gibi yazılacaklardı.

Ziya Gökalp, Genç Kalemler'de, şiir, hikâye ve romanda sade bir dil kullanılması davasının yanı başında, "Türklük" davasını da yürütüyordu. Yayınladığı bir şiirde:

"Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan.

Vatan, büyük ve mûebbed bir ülkedir: Turan:"


diyordu. Turan, belli bir ülke değildi, bir idealdi. Nesillerin ruhlarını tutuşturan, gayretlerini pekiştiren, umut, sevinç, yaşamak coşkusu veren bir idealdi. Böylece sanat ve edebiyatta da yeni bir parlama oldu.

Ziya Gökalp, edebiyat ve tarih kültürünün yanı başında, kuvvetli bir felsefe ve sosyoloji kültürü ile beslenmişti. Okuduklarını, birçoklarının yaptığı gibi sadece öğrenmiş olmak için okumuyor, öğrendiklerini hayata ve memleketin ilerlemesi yolunda yapılacak devrimlere uygulamak için okuyordu. O yıllarda üç akım vardı: Türkleşmek, İslâmlaşmak, çağdaşlaşmak...

İslamcılar, bütün Müslüman ülkelerin bir araya getirilmesi ile hem Müslümanların, hem Osmanlı İmparatorluğu’nun kurtulacağına inanıyorlar, bu yolda çalışıyorlardı. Çağdaşlaşmak yanlıları ise, Batıyı olduğu gibi kopye ederek Osmanlı ülkesinin uygar bir ülke olarak hayatını sürdüreceği düşüncesindeydi. Ziya Gökalp'in önderlik ettiği çağdaş Türkçülük, hem Türk unsuruna dayanıyor, hem Batı uygarlığını, İslâm ahlâkı ve Türk töreleri üstünde geliştirmeyi amaçlıyordu.

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN ESASLARINI HAZIRLADI
İttihat ve Terakki'nin merkezi Selanik'ten İstanbul'a taşınınca, Gökalp de İstanbul'a geldi. Bir yandan, İstanbul Darülfünunu'nda(Üniversite) hocalık ediyor, bir yandan, başına topladığı sanatçı ve fikir adamlariyle çağdaş Türk toplumunu yaratmanın yollarını arıyordu. Oysa, siyasî kanaatlerini paylaştığı İttihatçılar, eskiden beri devam eden Osmanlı politikasını sürdürmekte idiler. Gökalp, bu fikir çatışmasına hiç önem vermeden Türk milliyetçiliğinin esaslarını hazırladı. İstanbul'da çıkardığı "Türk Yurdu" dergisinde, "Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak" adı altında bu üç cereyanı bilimsel açıdan inceledi. Fikirlerini, modern sosyolojiye dayatıyor, Türk toplum yapısını araştırıyor ve ayakta kalmanın tek çaresi olarak milliyetçiliği görüyordu.

Bu çalışmalarına "Türk Ocakları"nda da devam etti. Fakat Birinci Dünya Savaşı'nın patlaması, yenilgi ve İttihat ve Terakki Fırkası'nın dağılması üzerine, İngilizler İstanbul'u işgal edince, Gökalp'i, Malta'ya sürdüler. Gökalp, Malta dönüşü Diyarbakır'da çıkardığı "Küçük Mecmua"da fikirlerini yaymaya devam etti. 2. dönem B.M. Meclisi'ne Diyarbakır Milletvekili olarak katılmış ve 25 Ekim 1924'de ölmüştür. Yeri, günümüze kadar doldurulamayan bir fikir adamımız idi.


PADİŞAHLARIN DOĞUM YERLERİ

Padişahların Doğum Yerleri

Sultan
Doğum Yeri
I. Osman
Söğüt (?)
Orhan 
?
I. Murat
Bursa (?)
I. Bayezit
Edirne (?)
I. Mehmet
Edirne (?)
II. Murat
Amasya
II. Mehmet    
Edirne
II. Bayezit 
Dimetoka
I. Selim
Amasya
I. Süleyman
Trabzon
II. Selim
İstanbul
III. Murat 
Manisa
III. Mehmet 
Manisa
I. Ahmet
Manisa
I. Mustafa
Manisa
II. Osman
İstanbul
IV. Murat
İstanbul
I.İbrahim
İstanbul
IV. Mehmet
İstanbul
II. Süleyman 
İstanbul
II. Ahmet
İstanbul
II. Mustafa
Edirne
III. Ahmet
Hacıoğlu Pazarı
I. Mahmut 
İstanbul
III. Osman
İstanbul
III. Mustafa
İstanbul
I. Abdülhamit
İstanbul
III. Selim
İstanbul
IV. Mustafa 
İstanbul
II. Mahmut
İstanbul
I. Abdülmecit 
İstanbul
Abdülaziz
İstanbul
V. Murat 
İstanbul
V. Mehmet
İstanbul
VI. Mehmet
İstanbul

1716 OSMANLI - AVUSTURYA SAVAŞI

1716 OSMANLI –AVUSTURYA SAVAŞI
Sebep: Osmanlı Devleti Venedik’e ait Mora’yı alınca, Karlofça Antlaşması’nın garantör devleti olan Avusturya Osmanlılara Mora’dan çekilmesi için ültimatom verdi. Osmanlı Devleti de Avusturya’ya savaş ilan etti.
Sonuç: Savaş Pasarofça Antlaşması ile son buldu.

14 Temmuz 2013 Pazar

ABDÜLMECİD EFENDİ



ABDÜLMECİD EFENDİ  (1868 - 1944)

Osmanlı saltanatının son veliahdı ve son halifesidir.

Sultan Abdülaziz ile Hayranıdil Kadın'ın oğludur.

Muntazam bir eğitimi olmamakla beraber aydın ve ressamlığa hevesli olarak tanınmıştır. 1918'de Vahdeddin'in VI. Mehmed unvanıyle tahta çıkması üzerine veliaht olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce 1 Kasım 1922 'de saltanatın kaldırılması üzerine veliahtlık sıfatını kaybetmiş oldu. Ancak 18 Kasım 1922'de halifeliğe seçildi. Cumhuriyet'in ilanından dört ay sonra, 3 Mart 1924'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hilafetin kaldırılmasına ve Osmanlı hanedanının Türkiye hudutları dışına çıkarılmasına karar vermiş ve bu karar ile Abdülmecid Efendi de yurt dışına çıkarılmıştır.

1944'te Paris'te ölen Abdülmecid Efendi'nin ailesi naşını Türkiye'ye göndermek için yaptıkları müracaatlar sonuçsuz kalınca, 30 Mart 1954'te Medine, Harem-i Şerif’te gömülmüştür.

VI. MEHMED ( Vahidettin )



VI. MEHMED (VAHİDETTİN) (1861 - 1926)

Osmanlı hanedanından otuz altıncı padişah.

Babası Sultan Abdülmecid'dir. 3 Temmuz 1918'de tahta çıktı. Tahta çıktığında I. Dünya Savaşı sona ermişti ve Mondros Mütarekesi'nin görüşmeleri yapılıyordu. VI. Mehmed Mondros'a gidecek heyetin başına, eniştesi Damad Ferid Paşa'yı getirmek istemişse de bu başta sadrazam olmak üzere kabine üyelerince büyük tepkiyle karşılanmış ve heyet başkanlığına Bahriye nazırı Rauf Bey (Orbay) getirilmiştir. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra İtilaf devletleri tarafından ülkesinin çeşitli yerlerini işgal harekatına seyirci kalındı. Ayrıca hükumetteki İttihatçı bakanların görevlerine son verildi.

İtilaf devletlerinin isteklerine uyularak Meclis-i Mebusan dağıtıldı. VI. Mehmed, İtilaf devletlerinin her isteklerini yerine getiriyordu. Onun döneminde birçok sadrazam azl ve tayin edildi. Sonuçta İtilaf devletlerinin istekleriyle Damad Ferid Paşa sadrazam tayin edildi (4 Mart 1919). İtilaf devletleri Mondros Mütarekesi'nin 7. maddesine dayanarak ülkenin çeşitli yerlerini aralarında paylaştılar.

VI. Mehmed, bunun üzerine Damad Ferid Paşa'yı istifaya zorladı ve yine Damad Ferid Paşa'yı hükumeti, daha yumuşak siyaset takip edebilecek kişilerden kurması şartıyla sadarete getirdi.

Mustafa Kemal Paşa, 16 Mayıs 1919'da 9. Ordu müfettişliğine tayin ile Anadolu'ya gönderildi. 19 Mayısta Samsun'a çıktıktan sonra Mustafa Kemal Paşa General Milne'nin VI. Mehmed'i uyarması üzerine geri çağrıldı. Ancak Mustafa Kemal Paşa bu emri dinlememiştir. Daha sonra da Mustafa Kemal Paşa'nın tutuklanması için emir verildi. Bu da gerçekleştirilmedi. Bunun üzerine VI. Mehmed, sadarete Ali Rıza Paşa'yı getirdi. Ali Rıza Paşa hükumeti ile Ankara hükumeti arasında Amasya'da görüşmeler yapıldı ve çeşitli anlaşmalar imzalandı.

VI. Mehmed sadrazamın isteği ile Meclis-i Mebusan'ı tekrar açtı (12 Ocak 1920). Ancak kısa bir süre sonra İtilâf devletleri İstanbul'u işgal ettiler. Meclis-i Mebusan kapandı; mülki ve askeri birçok görevli Malta'ya sürüldüler. VI. Mehmed Damad Ferid Paşa'yı tekrar sadrazam tayin etti. Bu dönemde Ankara'da T.B.M.M. kuruldu. VI. Mehmed şeyhülislamdan Ankara hükumetinin meşru olmadığı yolunda aldığı fetvayı Anadolu'da dağıtarak, iç ayaklanmaların çıkmasını sağladı.

İstanbul hükumeti, 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması'nı imzalayarak devleti tamamen yıkılmaya mahkum etti. Bu sırada Anadolu'da Milli Mücadele bütün hızıyla devam ediyordu. 30 Ağustos 1922'de noktalanan Türk taarruzları sonunda İtilaf devletleriyle Ankara hükumeti arasında Mudanya Mütarekesi'nin imzası ile VI. Mehmed'in durumu oldukça güçleşti.

T.B.M.M. 1 Kasım 1922'de saltanat ve hilafetin ayrıldığı ve saltanatın kaldırıldığını ilan etti. 4 Kasım 1922'de Tevfik Paşa hükumeti VI. Mehmed'e istifasını verdi. VI. Mehmed yeni bir sadrazam seçmeyerek T.B.M.M.'nin kararına uydu. Bunu yaparken de halife olarak kalabileceğini ümit ediyordu. Ancak 17 Kasım 1922'de general Harrington'dan bir yazı ile İstanbul'dan ayrılması için gerekli yardımın yapılmasını rica etti. Bu durum olumlu karşılandı ve aynı gün İngiliz Malaya zırhlısına binerek İstanbul'dan ayrıldı.

18 Kasımda VI. Mehmed'in yerine Abdülmecid Efendi halife ilan edildi. VI. Mehmed önce Malta'ya gitti. Burada İngiliz ve Arapların yardımıyla halifeliğini sürdürebileceğini düşündü ise de bu gerçekleşmemiştir. Sonra Şerif Hüseyin'in daveti üzerine Mekke'ye geldi. Mekke'den San Remo'ya gitti ve oraya yerleşti.

16 Mayıs 1926'da San Remo şehrinde öldü.


V. MEHMED ( Reşad )




V. MEHMED (REŞAD) (1844 - 1918)

Osmanlı Hanedanı'ndan otuz beşinci padişah.

Babası Sultan Abdülmecid, annesi Gülcemal Kadın'dır. Saray'da Arapça, Farsça öğrenmiş, kuvvetli bir dini terbiye almıştır. Babası ve amcası Sultan Abdülaziz zamanında çok rahat bir hayat sürmüştü. II. Abdülhamid'in tahta çıkmasıyla veliaht durumuna gelince gözaltında yaşamak zorunda kalmıştır.

V. Mehmed, Sultan II. Abdülhamid'in hal'i üzerine 27 Nisan 1909'da tahta çıktı.

Saltanatın ilk yıllarında, Meşrutiyet'in sıkıntılı döneminde devleti yıkılmaktan kurtarmaya çalıştı. Bu dönemde 10 hükumet kuruldu. Her hükumet bir buhran ile başa gelmiş, yeni bir buhran ile yıkılmıştır. Devletin her tarafında çeşitli ayaklanmalar çıktı (Yemen, Arnavutluk, Adana, Suriye). Arnavutluk ayaklanması Mazhar Paşa ve Mahmud Şevket Paşa'nın gayretleriyle bastırıldı ve V. Mehmed, Rumeli gezisine çıktı. Selanik, Manastır, Üsküp ve Priştine'yi dolaştı.

Yemen ayaklanmasını bastırmak için Osmanlı Devleti, Trablusgarp'taki askerlerini geri çekmişti. Bunun üzerine İtalyanlar Trablusgarb'a asker çı kardılar. İtalyan donanması Doğu-Akdeniz ve Kızıldeniz'de tam bir serbestiyet kazandıktan sonra Rodos'tan itibaren Ege Denizi'ndeki 12 adayı işgal etmiş, Çanakkale Boğazı'nı kapatmıştı. İtalyanların bu başarısı üzerine Arnavutlar ikinci defa ayaklandılar. Balkan devletleri Makedonya'da muhtar bir Arnavutluk'a taraftar değillerdi. 13 Mart 1912'de Bulgaristan- Sırbistan, 29 Mayısta Bulgaristan-Yunanistan Makedonya'nın muhtariyeti için gerekirse Osmanlı Devleti ile savaşacaklarına ve savaş kazanılırsa bölgeyi paylaşacaklarına karar verdiler.

Bu durumu sezen I.Ordu feriki Abdullah Paşa ile Sultan Reşad'ın özel doktoru Cemil Paşa (Topuzlu) padişahı ikaz ettilerse de Sultan Reşad savaşı engelleyemedi. 23 Ocak 1913'te İttihad ve Terakki Partisi'nin Babıali Baskını sonucu Sultan Reşad'ın devletin yönetimi ve politikası üzerinde, hiçbir etkinliği kalmadı.

Sultan Reşad I. Dünya Savaşı'nın çıkması üzerine bütün Müslümanları Osmanlı ve Müttefikleri Almanya, Avusturya- Macaristan ve Bulgaristan'ın düşmanlarına karşı cihada davet etti. Bu davet ile Fransa, İngiltere ve Rusya'nın idaresi altındaki Müslümanların ayaklanacağı düşünülmüştür. Ancak cihad ilanı bir sonuç vermedi. Aksine Fransa ve İngiltere, Müslüman birlikleri cephelere sürdüler. 1916'da Hicaz Şerifi Hüseyin başkaldırarak Arabistan Krallığı'nı ilan etti. Bu gelişmeyle İngiltere 1917'den itibaren Savaşı Irak, Filistin ve Suriye cephelerine yöneltti. Sultan Reşad döneminde Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı'nı kaybetmiştir.

Sultan Reşad kısa bir hastalıktan sonra 3 Temmuz 1918'de öldü. Cenazesi Eyüp'te Bostan İskelesi'nde yaptırmış olduğu türbesine gömüldü.

Sultan Reşad, yumuşak huylu ve merhametli idi. Kan dökülmesini sevmezdi. Bu sebeple 19 kardeşini sebepsiz olarak öldüren III. Mehmed'in türbesini ziyaret etmezdi.

Sultan Reşad 64 yaşında padişah oldu ve saltanatı 9 yıl 2 ay sürdü.

II. ABDÜLHAMİD



II. ABDÜLHAMİD (1842 - 1918)

Osmanlı hanedanından otuz dördüncü padişahtır.

Sultan Abdülmecid ile Tirimüjgan Kadın'ın oğludur. 21 Eylül 1842 (16 Şaban 1258)'de doğdu.

Annesinin ölümü üzerine Sultan Abdülmecid'in çocuksuz kadınlarından Piristu Hanım tarafından büyütülmüştür. İyi bir eğitim görmemesine rağmen kuvvetli şahsiyeti ve zekası, şehzadeliğinden beri etrafındakilerin dikkatini çekmiştir. Amcası Sultan Abdülaziz ile birlikte Avrupa seyahatinde bulundu. Kabiliyeti sayesinde zamanın siyasi, sosyal ve iktisadi akımlarını az çok kavramak imkanını elde etti. Sultan Abdülaziz'in 1876 Mayıs'ında tahttan indirilmesi üzerine veliaht Murad Efendi, Meşrutiyet'e taraftar tanınmasından dolayı emniyetle tahta geçirilmiş ve Abdülhamid veliaht olmuştu.

V. Murad padişah olduktan sonra hastalığı ortaya çıkınca devlet adamları, Abdülhamid'e pek güvenemediklerinden birdenbire yeni padişahı değiştirmeye karar verememişlerdir. Fakat Abdülhamid ile görüşmek için görevlendirilen Midhat Paşa veliahtı meşrutiyete taraftar görmüş ve teminatı üzerine V. Murad hal' edilerek 31 Ağustos 1876'da II. Abdülhamid tahta çıkarılmıştır.

II.Abdülhamid'in tahtaçıktığı sıralarda devletin iç ve dış vaziyeti pek karışık ve tehlikeliydi. Bosna-Hersek ve Bulgaristan'da ayaklanmalar oluyor ve Sırbistan ve Karadağ savaşları sürüyordu. Osmanlı ordusu Sırbistan'da önemli başarılar kazanmasına rağmen Sırplarla hemen anlaşma yapılması hususunda Ruslar ısrar ediyorlardı. Bu arada Şark meselesinin yeniden incelenmesi için İstanbul'da bir konferans toplanması yolundaki İngiliz teklifi kabul olundu. II. Abdülhamid, büyük devletlerin baskısını azaltmak maksadıyla İstanbul Konferansı devam ederken Kanun-ı Esasi'yi ilan etti (23 Aralık 1876).

II. Abdülhamid Kanun-ı Esasi'nin ilanı konusunda müteredditli tahta çıktığından üç buçuk ay sonra meşrutiyetçilerin başında görülen Midhat Paşa'yı sadrazam yaptı. Midhat Paşa, devletlerin teklifini devletin bağımsızlığı esasile telif edemiyor ve onlara karşı mukavemet ediyordu. Bu durumda İstanbul Konferansı'na iştirak eden yabancı devlet murahhaslarının hazırladıkları teklifler, yüksek hükümet adamlarından toplanan fevkalade bir mecliste kabul edilmeyince konferans dağıldı.

Abdülhamid, Midhat Paşa'nın takib ettiği meşrutiyet ve hürriyet politikasını, tahtı için tehlikeli gördüğünden onu azletti ve memleket dışına çıkardı. Meşrutiyetin mümessili sayılan bir zata karşı yaptığı şiddetli harekete rağmen II. Abdülhamid, Kanun-ı Esasi'yi birdenbire ortadan kaldırmaktan çekinmiş, seçimi yaptırarak Meb'usan Meclisi'ni açtırmıştır (20 Mart 1877).

Rusya'nın savaş ilanını önlemek için İngiltere'nin davetiyle Londra'da toplanan konferansın kararları ve Rus teklifleri Meb'usan Meclisi tarafından reddedilince Ruslar savaş ilan ettiler. Romanyalılarla Bulgarların ve Sırplıların da karıştıkları bu harpte, Osmanlı ordusu gerek Balkanlar'da ve gerek Anadolu'nun batısında yer yer başarılar ve parlak kahramanlıklar göstermekle beraber, mali sıkıntı, cephe gerisindeki yolların yetersizliği, iaşe ve levazım işlerinin bozukluğu, yetişmiş subay noksanı, komutanların anlaşamaması ve hele askeri hareketlerin saraydan idaresine kalkışılması gibi sebeplerle bozgun başgöstermiş ve Rus ordusu Tuna'yı geçip perişan muhacir kafilelerini önüne katarak İstanbul önlerine kadar gelmiştir. II. Abdülhamid, bu durum karşısında bir taraftan Rus çarına müracaatla sulh isterken, öte taraftan da şimdiye kadar pek uysal davranma-yarak memleket işlerindeki hassasiyetiyle saltanatın rahatını kaçırmış olan Meb'usan Meclisi'ni bir daha açılmamak üzere kapatmıştır (13 Şubat 1878).

II. Abdülhamid, bu hareketiyle, kendisince hem felaketlerin mesuliyetini meclise ve meşrutiyete yükletmiş, hem de keyfi idareye dönmek için bir sebep bulmuş oluyordu. Bundan sonra II. Abdülhamid, ülkenin dış ve iç siyasetinde tek söz sahibi olmuştur. 19 Mayıs 1878'de Ali Suavi Sultan Murad'ı kapatılmış olduğu Çırağan Sarayı'ndan zorla çıkarıp yeniden tahta oturttmak için teşebbüste bulunmuştur. İyileşmiş olduğu hakkında tam bir delil bulunmayan bir akıl hastasını tekrar padişah yapmak uğrunda, hele düşman ordusunun payitaht kapısında bulunduğu sırada pek akıllıca olmayan bu cüretli teşebbüs, Suavi ile birlikte seksen kişinin ölümüne sebep olmuş; II. Abdülhamid'in vehim ve istibdadını arttıran hadiselerden birini teşkil etmiştir.

Rusların ileri sürdükleri şartlarla yapılan mütarekeden sonra İngiliz donanmasının Marmara'ya girmesine rağmen Rus karargahı Ayastefanos'a (Yeşilköy) gelmiş ve burada (3 Mart 1878)'de antlaşma yapılmıştır. Bu antlaşmaya İngiltere'nin itirazı, Avusturya'nın katılması ve Almanya'nın da aracılığı ile Berlin'de Alman Başvekili Bismarck'ın reisliğinde Osmanlı ve Rus murahhaslarından başka İngiltere, Fransa, Avusturya, Macaristan ve İtalya murahhaslarının iştirakiyle bir kongre toplanarak Ayastefanos Antlaşması'nı değiştiren Berlin Antlaşması imzalanmıştır (12 Temmuz 1878).

Bu arada Avusturya, Bosna-Hersek'i geçici kaydıyle işgal etmek hakkını, Yunanistan da Tesalya'nın büyük bir kısmını hatta İran bile hudutta bir takım araziyi elde etmek imkanını sağlıyordu. İngiltere ise Berlin Kongresi başlamadan birkaç gün önce Osmanlı hükümetine Kıbrıs Adası'nın işgali şartıyla tedafüi (savunmaya dayalı) bir ittifak muahedesi imza ettirmeye muvaffak olmuş ve bu ittifak muahedesine sonradan katılan bir zeyille Rusya, Batum, Kars ve Ardahan'ı geri verirse kendi de Kıbrıs'ı bırakmayı taahhüd etmiştir.

Berlin Antlaşması’ndan sonra II. Abdülhamid yabancı devletlere karşı fazla ihtiyatlı ve uysal bir siyaset gütmeye, memleket içindeyse hakimiyet ve istibdadını arttıracak tedbirlere başvurmuştur.

II. Abdülhamid, Sultan Abdülaziz'in intihar etmeyip öldürülmüş olduğunu ileri sürerek Yıldız'da özel bir mahkeme kurdurmuştur. Padişahın daveti üzerine memlekete dönerek Suriye, sonra da Aydın valiliklerine tayin edilmiş olan Midhat Paşa ile Damad Mahmud ve Nuri paşalar cinayeti tertip etmekle itham edilerek bu mahkemede ölüme mahkum edilmişlerdir. Önce cezaların uygulanmasından çeki-nilerek Midhat ve Mahmud paşalar müebbet hapis ile Taif’e sürülmüş ve hapsedilmişler, 1883'te boğdurulmuşlardır.

Rus savaşından parçalanmış bir halde çıkan Osmanlı Devleti, daha sonra topraklarından başka parçaları da, karşı koyamadığı emrivakilerle elden çıkarmıştır. Fransızlar Tunus'u (1881), İngilizler de Mısır'ı (1882) işgal ettiler. Bulgaristan da 1885'te Şarki Rumeli ile birleşti ve bu mesele için İstanbul'da başlıca Avrupa devletlerinin temsilcileri ile toplanan konferans bu emrivaki aşağı yukarı kabul etti. Ancak, II. Abdülhamid, Girit'te çıkan ayaklanmaya yardımlarından dolayı Yunanistan'a savaş açmış, savaş kazanıldığı halde, Avrupa devletlerinin müdahalesi ve işgali ile Girit'in bağımsızlığını Osmanlı Devleti'ne kabul ettirmişlerdir.

II. Abdülhamid önceleri basın ve eğitime karşı fazla baskı kullanmamıştır. Ancak, siyasi alandaki başarısızlıklarını sürdürmesi, hürriyetçi akımın gittikçe yayılması, baskı tedbirlerini arttırmıştı. Buna ek olarak Namık Kemal, Ziya Paşa gibi yurtsever ediplerin ve padişahın zulmüne uğramış yazarların yazıları özellikle yüksek okullarda gençleri harekete geçirmiştir. Sultan Abdülaziz döneminde başlamış olan Yeni Osmanlılar hareketinin devamı olarak Askeri Tıbbiye öğrencilerinden bazıları arasında İttihat ve Terakki adı ile bir cemiyet kurulmasını sonuçlandırmıştır (Mayıs 1889). Bu türlü gizli cemiyetlerin meydana çıkması II. Abdülhamid'in dikkatini yüksek okullara ve basına çekmiş ve bunların üzerinde gittikçe artan bir baskı kurulmasına sebep olmuştur. Daha sonraları bir kısım uyanık gençlerin ya samimi olarak, yahut saraydan bir şey koparmak ümidiyle Avrupa'ya kaçmaları ve oralarda padişah aleyhine gazete ve dergiler çıkarmaları, denetim, sansür ve hafiye teşkilatının arttırılmasına vesile olmuştur. Ayrılık gayeleri güden bir kısım azınlıkların faaliyetleri de, bu sıralarda artmaya başlamıştır.

Makedonya'da Bulgar komitesi kurulmuş ve değişik adlarla bir takım Ermeni komiteleri de meydana gelmiştir. Ermeni ihtilalcilerinin özellikle Doğu Anadolu'daki faaliyetlerini karşılamak üzere II. Abdülhamid de o bölgedeki aşiretler arasında Hamidiye alayları teşkilatını meydana getirmiş ve sonraları bu alayların subaylarını yetiştirmek üzere İstanbul'da Aşiret Mektebi'ni kurmuştur. Ermeni komitecilerinin 1894-1895'te Doğu vilayetlerinde ve 1896'da Osmanlı Bankası'nı basmak suretiyle İstanbul'da çıkardıkları olaylar II. Abdülhamid devrinin önemli meselelerini teşkil ettiği gibi Makedonya'daki Bulgar çeteleriyle çarpışmalar ve Yemen'deki ayaklanmaları bastırmak gayretleri de her zaman birbirini takib etmiş ve Osmanlı ordularının daima harb halinde bulunmalarına sebep olmuştur. Girit Adası'ndaki ayaklanmalar 1896'da şiddetlenmiş ve büyük devletlerin baskısı altında II. Abdülhamid'in verdiği ıslahat iradesi ile adanın idaresi Osmanlı Hükümeti elinden hemen büsbütün çıkmıştır. Ancak adayı bir an evvel ilhak etmek hırsında bulunan Yunanistan Girit'e asker çıkarmakla kalmayarak, Tesalya'dan da Osmanlı hududunu geçince 1897 Nisan'ında Osmanlı-Yunan savaşı başlamıştır. Edhem Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Yunanlıları üç hafta içinde tamamiyle ezmiştir. Fakat ordunun kazandığı zaferden, Avrupa devletlerinin haksız müdahaleleriyle gerekli yarar sağlanamamıştır. Bu durumdan küçük sınır düzeltmelerinden başka dört milyon lira savaş tazminatı ile kurtulunmuştur. Uğrunda yeniden kan dökülen Girit, büyük devletler tarafından işgal edilerek muhtar bir hale getirilmiştir. Yunanistan karşısında kazanılan bu zafer, imparatorluktaki çöküntü hızını biraz yavaşlatmaktan başka bir şeye yaramamıştır. Makedonya'da muhtelif unsurların çarpışmalarından meydana gelen zaruretle 1902'de Selanik, Manastır ve Kosova vilayetlerinde Rumeli Vilayet-i Selalesi Umumi Müfettişliği adı altında özel bir idare kurulmuş ve bu idarede büyük devletlerin kontrolleriyle ecnebi jandarmasının bulunması da kabul edilmiştir.

II. Abdülhamid, gerek memleket içindeki nüfuzunu kuvvetlendirmek, gerek dış siyasette bir tutanak olarak kullanmak için halife unvanına önem vermiştir. Bu sebeple Hicaz demiryolunu toplattığı ianelerle yaptırmaya büyük gayretler harcamış, bütün güçlüklere rağmen bu işte hayli muvaffak olmuştur.

II. Abdülhamid dış siyasetinde devletlerin birbirlerine rakip olma durumlarından faydalanarak saltanatının bekası için, denge bulmaya uğraştığı gibi iç siyasetinde de muhtelif unsurların ve müesseselerin birlik halinde bulunmamalarına daima dikkat etmiştir. Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesinde, vükela ile bir kısım ulemanın ve İstanbul'daki kara ve deniz kuvvetlerinin birleşmiş olduklarını düşünen II. Abdülhamid, nazırlarını, çok defa birbirleriyle pek anlaşamayacak adamlardan seçmiş ve Yıldız'daki sarayını muhafaza eden kuvvetleri hemen daima Türk’ün gayrı ve biribirleriyle geçinemez unsurlardan teşkil etmiştir.

II. Abdülhamid devri, bütün dünyanın ilerlemesine karşılık ilim, teknik ve imar yönünden büyük bir durgunluk devresidir. Ancak ülkede imarın ve eğitimin yayılmasını sağlayacak bazı tedbirler alınmıştır. Bu arada zayıf devlet bütçesinin elverdiği ölçüde ve bazı valilerin şahsi gayretleri oranında bir kısım yollar, köprüler, okul binaları yapılmıştır. Yabancı sermayesi ile Rumeli ve Anadolu'da, bir kısmı kilometre teminatı ile bir kısmı da teminatsız olarak demiryolları meydana getirilmiştir.

Saltanat merkezinde padişahın nüfuzunu arttıracak aydın memurlar yetiştirmek üzere Mülkiye Mektebi, Hukuk Mektebi ve Darülfünun (üniversite) yeniden açılmıştır. Rüştiye ve İdadi teşkilatı da sıbyan okullarının üstünde orta öğretimin kuvvetlenmesine yardım etmiştir. Bunlardan başka Avrupa kanunlarından alınan birtakım kanunlar da yayınlanmış ve uygulanmıştır.

II. Abdülhamid dış siyasette komşuların saldırmaları ihtimaline karşı önce İngiltere ve Fransa'nın yardımlarını gözetmiştir. Fakat bu devletlerin de imparatorluktan toprak ve imtiyaz kopartmaktan başka bir şey düşünmedikleri apaçıktı. Bu durumdan endişelenen padişah, Avrupa'da gittikçe ehemmiyet ve nüfuzu artan Almanya'ya meyil göstermiştir. Buna karşılık Almanya da iktisadi gelişme dolayısı ile kendine yeni iş bölgeleri aradığından Abdülhamid'e karşı bir dostluk çehresi göstermeyi uygun bulmuştur. İmparator II. Wilhelm'in 1898'de İstanbul'a, Suriye ve Filistin'e yaptığı seyahat de bu hesaplara dayanır. Sonuçta Almanya bazı imtiyazlar ve özellikle o zaman devletler arasında birçok çıkar çatışmalarına yol açan Bağdat demiryolu imtiyazını elde etmiştir. Fakat bu imtiyaz müzakereleri Rusya'nın da yeni isteklerini ileri sürmesine vesile olmuş, Karadeniz bölgesinde demiryolu yapmak hakkını da bu devlet almıştır.

II. Abdülhamid kendinden önceki padişahların israfları yüzünden çekilen para sıkıntısının getirdiği sonuçları bildiği için bu hususta bir dereceye kadar ihtiyatlı ve tasarrufa riayetli davranmakla beraber mali güçlüklerin önüne geçmeye muvaffak olamamış ve evvelkiler derecesinde değilse bile yine hariçten borçlanma yoluna gitmiştir. Osmanlı borçlarının, alacaklıları zarardan korumak meselesi, Berlin Kongresi'nde de düşünülmüş ve bu hususta açılan görüşmeler neticelendirilerek 1882 yılında "Düyun-ı Umumiye İdaresi" kurulmuştur. Bu idare, yabancı alacaklılara verdiği emniyet dolayısı ile, yeni borçlanmalar yapılmasına imkan vermekle beraber, devletin hakimiyeti üzerinde bir çeşit vasilik kurmuş demektir. Düyun-ı Umumiye idaresine benzeyen Tütün Rejisi ile Osmanlı Bankası, Anadolu Demiryolları Direktörlüğü gibi yabancı idareler de büyük devletlerin elçilikleri yanında adeta "hariç ez memleket" haklarına sahip ve mali, siyasi bütün devlet işlerinde birer vasi ve murakıp vaziyetindeydiler.

Saray etrafında olmayan ve imtiyazlılar sınıfına girmemiş bulunan memurlar, maaşlarını belirsiz zamanlarda ve ancak yılda altı aylık alabilirlerdi. Kendinden önce iki padişahın tahttan indirilmiş olması, V. Murad zamanındaki Çerkez Hasan cinayeti, ondan sonraki Çırağan Olayı, Türk aydınlarının zaman zaman Avrupa'ya kaçmaları ve aleyhinde neşriyatta bulunmaları, Bulgar ve Ermeni komitelerinin faaliyetleri, Ermeni ihtilalleri II. Abdülhamid'in vehimlerini beslemiş olan sebeplerdendir.

1905 Temmuz'unun 21'inde Ermeniler tarafından Cuma selamlığında birçok kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebep olan bombayla yapılmış suikastten bir tesadüf sonucunda kurtulmuştu. Son zamanlarda iç ve dış zorlukların artması, halkın hürriyetten mahrum ve baskı altında tutulması memnuniyetsizlikleri son haddine getirmiş ve yabancı devletlerin yeni bir taksim teşebbüsüne hazırlandıklarının sanılışı bir inkılap zaruretini ortaya koymuştur. Avrupa'daki yurtseverlerle Makedonya'daki aydın subaylar, durumun düzelebilmesi ve devletin kurtulabilmesi için Kanun-ı Esasi hükümlerinin yürürlüğe konmasını tek çare olarak düşünmekteydiler. Büyük devletlerin yeni müdahalelerini hissettiren hareketleri, inkılap gayretlerinin hızlanmasına sebep oldu. Rumeli 'de inkılap taraftarlarının süratle çoğalması gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne mensup subaylar tarafından Manastır'da I. Ferik Şemsi Paşa'nın öldürülmesi, Müşir Tatar Osman Paşa'nın dağa kaldırılması ve bazı subayların da çetelerle dağlara çıkması gibi hadiseler cemiyetin Manastır ve Selanik merkezlerinden telgrafla saraya bildirilince, Abdülhamid Kanun-ı Esasi'nin yürürlüğe girdiğini ilana mecbur oldu (23 Temmuz 1908). Böylece Osmanlı İmparatorluğu'nda İkinci Meşrutiyet dönemi başladı. Ne yazık hürriyetin ölçüsüz bir şekilde taşması, hükümet otoritesinin büsbütün kırılması ve muhtelif unsurların ayrılma meyillerini dışarıya vurmaları devleti eskisinden daha buhranlı bir vaziyete düşürdü. Bu sırada Selanik'ten İstanbul'a getirilmiş olan avcı taburlarının önayak olduğu bir irtica hareketi patlak verdi (31 Mart 1325-13 Nisan 1909). Bunun üzerine Rumeli'de bulunan Meşrutiyet taraftarları subaylarla İstanbul'dan kaçıp onlara ilhak edenlerin "Hareket Ordusu" adı ile teşkil ettikleri kuvvet, İstanbul'a yürüyen irticaı bastırdı. Abdülhamid ihtiyatla hareket etmiş olmakla beraber, irtica hareketlerinden istifade ettiği öne sürülerek Birinci Meşrutiyet'tekine benzer bir akıbete meydan vermemek maksadıyla Ayastefanos'ta (Yeşilköy) Umumi Meclis halinde toplanmakta olan Mebusan ve Ayan'ın kararıyla tahttan indirildi.

Bundan sonra II. Abdülhamid Selanik'e gönderilmiş ve orada Alatini Köşkü’nde gözaltına tutulmuştur. Balkan Harbi çıkınca da İstanbul'a getirilerek, Beylerbeyi Sarayı'nda oturmuş ve 10 Şubat 1918'de ölmüştür.

V. MURAD



V. MURAD (1810 - 1905)

Osmanlı Hanedanı’ndan otuz üçüncü padişah.

Babası Sultan Abdülmecid, annesi Şevkefza Kadınefendi'dir. Öğrenimini özel olarak görmüş, Arapça, Farsça ile Fransızca öğrenmiştir. Amcası Sultan Abdülaziz'in 1863 Mısır ve 1867 Avrupa seyahatlerine katıldı. Bu gezilerde davranışları ile takdir topladı. Fransız maşrık-ı azamının delaleti ile Mason locasına girdi, İstanbul locası reisi Cleanthe Scalieri ile dostluk kurdu. Avrupa seyahatinden sonra Kurbağalıdere'deki köşkünde dış dünya ile temaslarını devam ettirerek oldukça serbest bir hayat sürdü. Ali Paşa'nın ölümünden sonra Yeni Osmanlılar Cemiyeti mensupları tarafından, Sultan Abdülaziz'in yerine tahta çıkarılmak için çalışıldı. Ancak içkiye fazla düşkünlüğü asabını da tahrip etmiş bulunuyordu. Bu sebeple, Mütercim Rüştü Paşa sadrazam, Hüseyin Avni Paşa, serakser, Hayrullah Efendi şeyhülislam, Midhat Paşa Meclis-i vükelaya dahil ve Kayserili Ahmed Paşa Bahriye nazırı olarak yeni hükumette görev aldıkları vakit, gayelerinin Sultan Aziz'i tahttan indirmek ve onu hükümdar yapmak olduğunu bildirdikleri zaman, V. Murad duyduğu heyecanla ilk hastalık belirtisini göstermiştir. Bununla beraber darbeci kabine üyeleriyle temaslarını kesmemiş ve hal' programını adım adım takip etmiştir.

29 Mayıs 1876 günü Hüseyin Avni Paşa'nın arabası ile Bab-ı Seraskeri'ye getirildi. Murad Efendi, burada yapılan törenle V. Murad unvanı ile Osmanlı padişahı ilan edildi.

Bu saltanat değişikliği yurt içinde ve dış ülkelerde, özellikle de İngiltere ve Fransa'da iyi karşılanmış, olumlu tesirler yaratmıştır. Ancak Sultan V. Murad'ın tahta çıkmasını sağlayan Hüseyin Avni Paşa da öteki arkadaşlarını aradan çıkartarak tam bir dikta kurmak hevesine kapılmıştır. Midhat Paşa ile Süleyman Paşa'nın temin etmeye çalıştıkları parlamentonun açılması fikrine ise öteki işbirlikçiler katılmadıklarından Meşrutiyet'in ilanı geri kaldığı gibi, Cülus hatt-ı hümayununda bu konuya ancak temas edilerek geçiştirilmiştir. Hüseyin Avni Paşa, yeni hükümdar üzerindeki etkisi ile Mabeyn'e alınacak memurların tayinlerine de müdahale etmiş; bu durum, V.Murad'da büyük gerginlik yaratmıştır. Gösterişli bir biçimde tahta geçiş, silah ve süngü sesleri arasında yapılan biat törenleri, padişahlığının ilk günlerde getirdiği yorgunluklar V.Murad'ın sıhhi durumunu, biat töreninden itibaren iyice bozmuştur. Tahta çıkışının 6. günü, amcası Sultan Aziz'in ölümü de bozuk asabını iyice sarsmıştır. Cinnetin ilk belirtileri de hükümdarı ziyarete gelen devlet büyüklerini kucaklayıp öpmesi olmuştur. Bunun üzerine Sultan Aziz'in öldüğü günün akşamı özel hekimlerin tavsiyesine uyularak Dolmabahçe Sarayı'ndan Yıldız Köşkü'ne götürülmüştür. Bu sırada Midhat Paşa'nın Soğanağa'daki konağında, Hüseyin Avni Paşa'nın öldürülmesiyle sonuçlanan Çerkeş Hasan olayı, işbirlikçileri kuvvetli bir destekten mahrum bırakmış, padişahın hastalığı da halk arasında iyice yayılmıştır.

Sultan V. Murad, devamlı baş ağrılarından şikayet ediyordu. İyileşme ihtimalinin pek az olduğu sonucuna ulaşılınca ve artık ümit kesilince, V.Murad'm tahttan indirilmesine karar verildi. Veliahd Abdülhamid Efendi ile temasa geçmeye Midhat Paşa memur edildi. Midhat Paşa Veliahdden pek ümit bağladığı Kanun-i Esasi'yi ilan edeceği vaadini aldıktan sonra verilen fetva ile Sultan V.Murad, üç ay, üç gün süren sözde bir saltanattan sonra, 31 Ağustos 1876 günü Osmanlı tahtından indirilmiş oldu.

Yeni hükümdar II. Abdülhamid'in kardeşini kendi saray mensupları dışında kimseyle temas ettirmeyecek şekilde adeta hapsettirmesi V.Murad'ı sevenler arasında tepkiyle karşılandı. Annesi Şevkefza Kadınefendi, oğlunu büyüler, tütsüler ve muskalarla iyileştirmeye çalışıyordu, öte yandan onu Avrupa'ya kaçırmak veya yeniden tahta çıkarmak isteyenler de birtakım teşebbüslere kalkıştılar. Bunların ilki Aralık 1876'da V.Murad'ı oğlu Salahaddin Efendi ile birlikte Avrupa'ya kaçırma teşebbüsü oldu.

1877'de Ali Suavi tarafından, 1878 Temmuzunda ise Scalieri ve Aziz Bey Komitesi'nin teşebbüsüyle Avrupa'ya kaçırılmak istendi. Bütün bu teşebbüsler Sultan II. Abdülhamid'in aldığı ciddi tedbirlerle, bir sonuç vermedi. Sultan V. Murad, bundan sonra 28 yıl Çırağan Sarayı'nda gözaltında yaşadı. 28 Ağustos 1905 Pazartesi günü vefat etti.


ABDÜLAZİZ



ABDÜLAZİZ (1830 - 1876)

Osmanlı hanedanından otuz ikinci padişahtır.

II. Mahmud ile Pertevniyal Sultan'ın oğludur. Şubat 1830'da (15 Şaban 1245) doğdu.

Basit bir Şark eğitimiyle yetişmiş; veliahtlığında güreş, av, cirit gibi sporlara merakı ile tanınmıştır. 25 Haziran 1861'de (17 Zilhicce 1277) tahta çıktı. Ancak kısıtlı eğitimi bir yana pehlivan vücutlu ve muhafazakar mizaçlı bulunması, halk arasında iyi karşılanmasına sebep olmuştu.

Abdülaziz Babıâli'ye gönderdiği "Hatt-ı Hümayun"da " vükelayı yerlerinde ibka ve Abdülmecid zamanında ilan edilmiş olan Tanzimat Kanunu'nu tekid ve mali güçlüklere çare bulunacağını" ilan etmekle işe başladı.
Sultan Abdülaziz, tahta çıktığı zaman imparatorlukta çeşitli mühim meseleler ile karşılaşmış ve bunları giderme tedbirlerine başvurmuştur, önce sarayda ve hükümet dairelerinde bazı tasarruf tedbirleri alınmışsa da karşılıksız çıkarılmış olan kağıt paraların ortadan kaldırılması ve mali buhranın azaltılmasına çare bulunamamış; 1862'de İngiltere'den yeni bir istikraz yapılmıştır. Diğer taraftan tersanenin kuvvetlendirilmesi, gemiler ve silahlar alınması için yapılan masraflar ile Karadağ ve Hersek ayaklanmalarının bastırılması için lazım olan paralar, zaman geçtikçe mali dengeyi bozmakta devam etmiştir. Bir başka önemli mesele Balkanlar'da ve Adalarda milliyetçi akımlar ile Mısır'da bağımsızlık isteğinden kaynaklanan olaylardır. Paris Antlaşması’ndan hemen sonra Osmanlı hakimiyetine karşı direnmeler birbirini izlemiştir.

Devlet yönetimindeki değişiklikler de ayrı bir önem taşır. Kıbrıslı Mehmed Paşa azledilmiş; sadrazamlığa Ali Paşa sonra da Fuad Paşa getirilmiştir. Cemiyet-i Tıbbiye bu sıralarda kurulmuş, yalnız şekilde kalmış olmakla beraber devlet hazinesinde bütçe yapmak usulü yine bu yıllarda kabul edilmiş, bir de Divan-ı Muhasebat kurulmuştur.

Yunanistan'da Bavyeralı Kral Othan'ın düşürülmesi ve yerine Danimarka kralının oğlu Georges'un getirilmesiye sonuçlanan ayaklanma, Girit meselesinin meydana çıkmasını hazırlamıştır. Hersek'teki ayaklanmadan ve çarlığın körüklediği Panslavizm cereyanlarından cesaret alan Karadağ prenslerinden Mirko Petroviç de başkaldırmıştır. Bunun üzerine Serdar-ı ekrem Ömer Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Karadağ'ı ezerek kımıldayamayacak hale getirmiştir. Rusya, Avusturya ve Fransa'nın işe karışmaları yüzünden elde edilen başarı sürekli olamamıştır. Karadağ'a karşı girişilen hareket, Hersek ayaklanmasının durulmasına sebep olmuştur Ancak Panslavizm taşkınlıkları durmaksızın körüklendiği için bu defa Sırbistan'da da bazı hareketler başlamıştır. Belgrat'ta Sırpların Osmanlı karakollarına hücum ve askerin de Sırplara ateş etmeleri üzerine çıkan olaylara Avrupa devletleri de karışmışlardır.

1862'de yapılan protokol ile Osmanlı askerinin şehirden çekilmesi ve yalnız kalede kalması gibi şartlarla mesele yine Osmanlı hakimiyetini zayıflatacak şekilde sonuçlanmıştır.

Sultan Abdülaziz 1863 Ağustos'unda Mısır'a seyahat etmiştir. O sırada Mısır'da vali Said Paşa'nın ölümüyle yerine İsmail Paşa yeni geçmiş bulunuyordu. Bu seyahatten önce Fuad Paşa'nın yerine sadrazamlığa Yusuf Kamil Paşa getirilmiştir.

Fuad Paşa Abdülaziz'e Mısır seyahatinde serasker sıfatıyla katılmış, dönüşte ikinci defa sadrazam olmuştur. Bu sıralarda Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye kurulmuş, Maarif Nezareti'nde bazı değişiklikler ve yenilikler yapılmış ve Darülfünun’da umum için fizik, geometri gibi dersler açılmış, Londra'dan Şişhaneli denen tüfekler getirilerek benzerlerinin Tophane'de yapılmasına başlanmıştır.

Midhat Paşa'nın Niş Eyaleti'ndeki başarıları üzerine Silistre, Vidin ve Niş eyaletleri birleştirilerek Tuna vilayeti teşkil olunmuş ve eyalet teşkilatının vilayetlere çevrilmesi ve vilayetlerde medeni tesislerin meydana getirilmesi faaliyeti başlamıştır.

1866'da Fuad Paşa'nın yerine önce Mütercim Rüştü Paşa, bir müddet sonra Ali Paşa sadrazam olmuş ve o sıralarda İstanbul'a gelen Mısır valisi İsmail Paşa Mısır vergisine zam yapmak, Girit ayaklanmasını bastırmaya yardım için asker göndermek ve sarayla bazı vükelaya birçok hediyeler vermek pahasına Mısır valiliğindeki veraset usulünü değiştiren ve Mısır valilerine Hidivlik unvanını veren fermanları Sultan Abdülaziz'den almıştır. Veraset usulünün değişmesi yüzünden vali olmak hakkını kaybeden Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa, Abdülaziz aleyhinde çalışmak üzere Paris'e kaçmıştır. Hür fikirler etrafında toplanmış onlanların kurduğu Yeni Osmanlılar Cemiyeti'ne katılacak olan Ziya Paşa, Namık Kemal, Ali Suavi gibi gençler de bu sıralarda Avrupa'ya kaçarak Mustafa Fazıl Paşa'nın himayesi altında Paris ve Londra'da gazeteler çıkarmaya başladılar.

Romanya'daki ayaklanma sonucunda Prens Couza çekilmeye mecbur olmuş ve yerine Prusya krallık hanedanından Prens Carol geçirilmişti. Osmanlı hükümeti, Carol'un prensliğini protesto etmiş olmakla beraber, Avrupa devletlerinin tesiriyle kabule mecbur kalmış ve evvelce Prens Couza'ya yapıldığı gibi Carol da İstanbul'a gelince Göksu Kasrı'nda misafir edilip uhdesine Memleketeyn voyvodalığı tevcih edilerek nişanlarla ve hediye edilen atlarla Romanya'ya dönmüştü.

Romanya meselesi yeni yatıştığı sıralarda Girit ayaklanması başladı. Eski sadrazamlardan Mustafa Naili Paşa, Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa, sonra da Ali Paşa Girit'e gittiler. Adadaki ayaklanma yatışır gibi olduğu sırada Yunanistan, Osmanlı Devleti'yle münasebetini kesti. Paris'te toplanan konferans sonucunda savaşın önüne geçildiyse de Girit meselesinde kesin bir durum ortaya konamadı.

Sultan Abdülaziz, İmparator II. Napoleon'un daveti üzerine 1867 Mayıs'ında deniz yoluyla Fransa'ya gitmiş, oradan Londra'ya geçerek dönüşte Prusya ve Avusturya'ya uğrayıp seyahatinin 47. günü Varna yoluyla İstanbul'a dönmüştü ki bu yolculukta veliaht Murad, şehzade Abdülhamid ve Yusuf İzzeddin ile o zaman Hariciye Nazın olan Fuad Paşa birlikte bulunmuştur.

Galatasaray Lisesi, Mekteb-i Sultani adıyla bu sırada, 1868'de açılmış, Tıbbiye-i Mülkiye ve Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye tarafından Sultanselim'de Darüşşafaka kurulmuş ve 1848'de rüştiyelere öğretmen hazırlamak üzere Fatih'te açılmış olan Darülmuallimin’in Sıbyan mektepleri’ne öğretmen yetiştirmeye mahsus olan kısmı 1872'de Süleymaniye civarında eğitime başlamıştır.

Hastalanarak Niş'e gitmiş olan Fuad Paşa'nın orada ölmesi üzerine Abdülaziz saltanatının ilk devrinde memleketi ayakta tutan, Tanzimat'ın kudretli devlet adamlarından biri kaybolmuş, yani Ali Paşa yalnız kalmış oluyordu. Yeni teşkil edilmiş bulunan Şura-yı Devlet'in reisliğine Midhat Paşa getirilmiştir ki oradan 1868'de Bağdad valiliğine gönderildi. Midhat Paşa Bağdad'da da büyük başarılar göstermiştir. Dicle üzerinde, Tuna'da olduğu gibi, gemiler işletilmesine teşebbüs olunmuştur. Bundan başka İdare-i Aziziye adıyla bir deniz yolları idaresi kurulduğu gibi Boğaziçi hizmetlerinde de Şirket-i Hayriye meydana getirilmiştir. Fransa İmparatoriçesi Eugenie, Süveyş kanalının açılmasında hazır bulunduktan sonra III. Napoleon namına Sultan Abdülaziz'in ziyaretini iade için İstanbul'a gelmiş ve Avusturya İmparatoru Franz-Joseph de yine bu sıralarda Sultan Abdülaziz'in Viyana ziyaretini iade etmiştir. Mecelle Cemiyeti Cevdet Paşa'nın reisliği altında bu sıralarda kurulmuştur.

1871 savaşında Fransa'nın yenilmesi üzerine Rusya, Paris Antlaşması kararlarının hükümsüz olduğunu ve Karadeniz'deki hükümranlık haklarından faydalanılmaya karar verildiğini ilan etmiştir. Bunun üzerine Londra'da toplanan konferans Osmanlı Devleti'nin boğazları açıp kapamak hususundaki hakkını kabul ve tasdik etmekle beraber Karadeniz'in tarafsızlığını sağlayamamıştır. 1856 Paris Antlaşması evvelce Romanya, Sırbistan ve Karadağ muhtariyetleriyle zedelenmiş olduğu gibi bu defa Londra konferansıyla büsbütün bozulmuş oluyordu.

Fransa'nın yengilisi Panslavizmin yayılmasına fırsat vermişti ve zaten bu propagandanın başında olan General İgnatiev o zamanlar Rus elçisi sıfatıyla İstanbul'a gelmiş bulunuyordu. Sadrazam Ali Paşa, bir taraftan Mısır Valisi İsmail Paşa'nın israflarına ve fermanlarla elde ettiği imtiyazlara sığmayan işlerine engel olmaya çalışıyor, öte taraftan Sultan Abdülaziz'in istibdadını ve lüzumsuz masraflarını önlemeye çalışıyordu. 1871'de Ali Paşa'nın ölümü ile Tanzimat devrinin son temsilcisi de gitmiş, Mahmud Nedim Paşa sadarete geçmiştir. Bu suretle Sultan Abdülaziz saltanatının kötü yılları da başlamış oldu. Mahmud Nedim Paşa, yolsuz işlerine bazı vükela ile valileri değiştirmekle başladı. İmparatorlukta merkezde ve vilayetlerde büyük memurları durmadan değiştirmek yüzünden kararsızlık da büsbütün arttı. Tanzimat fermanı ile muhakemesiz hapis ve sürgünlük usulü kaldırılmış olduğu halde Sultan Abdülaziz, Mahmud Nedim Paşa ile istibdadın bu vasıtasını kullanmaya başlamış ve birçok tanınmış adamları sürdürmüştü. Mahmud Nedim Paşa, devletin içinde bocaladığı para darlığına rağmen Galata sarraflarından yüksek faizlerle borç alarak saraya para yetiştiriyor, Ali Paşa zamanında türlü güçlüklerle Babıali'ye alınmış olan hükümet kudretini Sultan Abdülaziz'in düşüncesiz idaresine teslim ediyordu. Sultan Abdülaziz, Mahmud Nedim Paşa'nın halk arasında artan itibarsızlığını sezdiği için, yerine Midhat Paşa'yı sadrazamlığa getirdi.

Midhat Paşa'nın Meşrutiyet esaslarını, yani hükümdarlık işlerinde halk kontrolünü tesis etmek istemesi ve idaresi Sultan Abdülaziz'e uygun gelmemiş, ikibuçuk ay sonra Mütercim Rüştü Paşa'yı, ondan sonra Serasker Esad Paşa'yı, daha sonra Şirvanizade Rüştü Paşa'yı ve tekrar Esad Paşa'yı sadrazam yaptıktan sonra 1875'de Mahmud Nedim Paşa'yı ikinci defa olarak hükümetin başına getirmiştir.

Saltanatının ilk yıllarında ancak yirmi beş milyon kadar olan Osmanlı borçları hemen her yıl tekrarlanan yeni borçlarla iki yüz elli milyona varmış ve Mahmud Nedim Paşa'nın güya ıslah ve tasfiye maksadıyla giriştiği tedbirler yüzünden hazinenin iflası hem memleket içinde, hem dışarıda meydana çıkmıştır.

Hersek'teki ayaklanma Bosna'ya da sıçramış, Bulgaristan'da başlayan komitecilik ve haydutluk hareketleri, Rusya'nın engel olması yüzünden asker kuvvetiyle bastırılamadığı için halk arasında vuruşmalar ve "Otlukköy" olayı gibi facialar meydana getirilmiştir.

Bulgarlar Osmanlı memur ve halkına türlü işkenceler yaptıkları halde bu durumları ters ve yalan bir biçimde Avrupa'ya aksettiriyorlardı. Çarlık Rusyası da Bulgarları korumak bahanesiyle Osmanlı İmparatorluğu'na son darbeyi vurmaya hazırlanıyordu.

İstanbul'da softalarla halk tarafından yapılan nümayişler üzerine, Sultan Abdülaziz, Mahmud Nedim Paşa'yı fedaya mecbur kalarak sadrazamlığa tekrar Mütercim Rüştü Paşa'yı getirmiştir. Sadrazam, Meclis-i Vükela'ya memur Midhat Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa ve Bahriye Nazırı Kayserili Ahmed paşalar ve Şeyhülislam Hayrullah Efendi, devletin vahim durumunu bir dereceye kadar düzeltebilmek için Sultan Abdülaziz'i tahttan indirmeye karar verdiler.

29—30 Mayıs 1876'da Sultan Abdülaziz tahtından indirilerek yerine V. Murad tahta çıkarıldı.

Abdülaziz önce Topkapı Sarayı'na götürülmüş ve dört gün sonra kendi isteğiyle Feriye Sarayı'na naklolunmuştur. Abdülaziz'in padişah olarak istediğini yaptırmaya alışan ve esasen kibirli, taşkın olan mizacı, tahttan indirilip hapsolunmaya dayanamamış, sakalını düzeltmek için annesinden aldığı sivri uçlu bir makasla kol damarlarım kesmiştir. İntihar olayı, o zaman muayenede hazır bulunan türlü tabiyet ve milliyetteki yirmi kadar doktorun raporlarıyla ve ayrıca uzun incelemeler yaparak etraflı bir rapor vermiş olan İngiliz elçiliği hekiminin şahitliğiyle tespit edilmiştir. Fakat bir süre sonra Abdülaziz'in taraftarları onun öldürülmüş olduğu rivayetini ileri sürmüşlerdir. II. Abdülhamid iradesiyle olaydan üç yıl sonra Yıldız'da kurulan mahkemede Midhat, Damat Mahmud Celaleddin ve Nuri paşalar mahkum olmuşlardır.

Sultan Abdülaziz'in ölümü olayı intihar mı, katl mi? O zamandan beri her iki ihtimal hakkında ortaya deliller sürenler ve bunları münakaşa edenler vardır ve mesele belki de tarihin aydınlatamadığı şüpheli olaylardan biri olarak kalacaktır.

Abdülaziz saltanatının ilk devresinde Ali Paşa, sarayın keyfi hareketlerine bir dereceye kadar direnmiş ve Babıali'nin nüfuzunu korumaya muvaffak olmuştur, ölümünden sonra ve Mahmud Nedim Paşa'nın ilk sadrazamlığından itibaren başlayan ikinci devrede Sultan'ın karakteri büsbütün meydana çıkmıştır.

Tanzimat Fermanı'nın temin ettiği hürriyet ve masuniyet prensiplerini ihlal ederek başta bazı vükela olmak üzere bir takım kimseleri ve bu arada Namık Kemal gibi şahsiyetleri sürgüne göndermesi, İsmail Paşa'ya Mısır'ın imparatorluktan büsbütün ayrılmasına sebep olacak imtiyazlar vermesi, korkunç bir hadde varan israfları ve nihayet Hersek'te başlayan ayaklanmayı bastırmaktaki aczi Abdülaziz'in tahttan indirilmesine sebep olmuştur.

Bununla beraber Sultan Abdülaziz, imparatorluk donanmasını o zamanki en kuvvetli devletlerin donanmaları derecesine yükseltmek için gayret göstermiş, Arabistan Yarımadası'nda sürüp giden karışıklıklar onun zamanında önlenmiştir. Midhat Paşa Bağdat valisiyken Osmanlı Hükümeti'ni Necid'e kadar götürdüğü gibi o zamana kadar tamamıyle Mekke emirlerinin idaresi altında bulunan Hicaz bölgesinde de bir vilayet teşkil edilmiş ve Osmanlı hakimiyeti yüzyıllardan beri Yemen'in Hüdeyde sahiline münhasırken Redif Paşa komutasında gönderilen orduyla bütün Yemen kıtası alınıp Yemen vilayeti yeniden kurulmuştur.

Sultan Abdülaziz ney çalardı, yazısı da güzeldi. Sarayına çağırıp tablolar yaptırdığı yabancı ressamlara istediği konuları anlatmak üzere çizdiği taslaklar resimdeki kabiliyetini göstermektedir.